Epigraf, Uzak Ülke projesinin elemanıdır

İlkin pencere ölecek, akabinde ben. | Emre Sururi, Eda'bi Mektuplar

Eleştirmenler / Doris Lessing


Bu, yapmaya çalıştığımı anlama meselesi, beni eleştirmenlerle ve
esnemeye yol açma tehlikesiyle burun buruna getiriyor. Yazarlarla
eleştirmenler arasındaki, tiyatro yazarlarıyla eleştirmenler arasındaki şu
acıklı çekişme: halk buna o kadar alıştı ki, onları devamlı kapışan çocuklara
benzetiyor: "Ah evet, sevgili ufaklıklar, yine başladılar." Veya: "Siz
yazarlar bütün övgüleri alıyorsunuz, övgü olmasa bile en azından bütün
dikkatleri üzerinize çekiyorsunuz - peki neden sürekli gocunuyorsunuz?" Ve bu
konuda halk çok haklı. Bazı nedenlerden dolayı şimdi buna değinmeyeceğim,
yazın yaşamımda edindiğim eski ve değerli deneyimlerim, eleştirmenlerle ilgili
bir görüş açısı kazandırdı bana; ama Altın Defter'i yazdığımda bunu kaybettim:
uzunca bir süre eleştirilerin doğru olamayacak kadar aptalca olduğunu
düşündüm. Sonra dengemi bulunca sorunun ne olduğunu anladım. Bu, yazarın
eleştirmenlerde "öteki ben"i, sizin ne yapmaya çalıştığınızı anlayan ve sadece
amacınıza ulaşıp ulaşmadığınıza bakarak karar veren daha zeki bir "ben"i
aramasından kaynaklanıyor. Şimdiye dek o ender yaratıkla, gerçek eleştirmenle
karşılaşıp da, paranoyadan vaz geçip minettarlıkla nazikleşmeyen tek bir yazar
görmedim - gereksinim duyduğunu sandığı şeyi bulmuştur. Ama yazarın, aradığı
şeyi bulması olanaksızdır. Niçin (gerçekte arada sırada var olan) bu
olağanüstü yaratığı, mükemmel eleştirmeni beklesin ki, niçin yapmaya
çalıştığını anlayan başka bir insan bulunsun ki? Ne de olsa bu özel kozayı
ören, görevi örmek olan tek bir kişi var.

Eleştirmenleri verdiklerini iddia ettikleri - ve yazarların anlamsızca
ve çocukça özlem duydukları - şeyleri vermeleri olanaksızdır.

Çünkü eleştirmenler bunun için eğitilmemişlerdir; eğitimleri tam ters
yöndedir.

Bu, çocuğun beş veya altı yaşlarında okula gitmesiyle başlar. Notlar,
ödüller, "mevkiler", "eğilimler" - ve hala bazı yerlerde - yıldızlar ve
çizgilerle (*) başlar bu işlem. Bu at yarışı zihniyeti, kazanan ve kaybeden
şeklindeki düşünüş, "Yazar X, Yazar Y'den birkaç adım ileride, geride. Yazar Y
geride kaldı. Son kitabında Yazar Z, Yazar A'dan daha iyi olduğunu kanıtladı"
sözlerine kadar gider. Ta baştan beri, çocuk bu şekilde düşünmek için
eğitilir: Hep karşılaştırmalı başarı ve başarısızlık terimleri kullanarak. Bu
bir ayıklama sistemidir: zayıf olan ümidini kaybeder ve aradan çıkar;
birbirleriyle devamlı yarışacak birkaç kazanan yaratmak için planlanan bir
sistem. İnancıma göre -burası bunu geliştirmenin yeri olmadığı halde- çocuğun
sahip olduğu yetenekler, resmi zeka katsayısı göz önüne alınmadan, başarı
ödülü kazanmak için gerekli mallar olarak görülmedikleri takdirde, hayatı
boyunca çocuğu terk etmeden onu ve diğerlerini zenginleştirirler.

Başta öğretilenlerden biri de, kişinin kendi yargılarına güvenmemesi
gerektiğidir. Çocuklara otoriteye boyun eğmeyi, başka insanların fikirlerini
ve kararlarını araştırmayı, alıntı yapmayı, razı olmayı öğretiyorlar.

Politik alanda ise, çocuğa özgür, demokrat, serbest irade ve düşünceye
sahip, serbest bir ülkede yaşayan, kendi kararlarını kendi veren biri olduğu
öğretiliyor. Ama bu çocuk aynı zamanda çağının tavır ve dogmalarının kölesidir
de, bunları sorgulamayamaz bile, çünkü var oldukları kendisine söylenmemiştir.
Genç bir insan, sosyal bilimler ve fen bilimleri arasında seçim yapma yaşına
geldiği zaman (hala seçimin kaçınılmaz olduğunu düşünüyoruz), genellikle
sosyal bilimleri seçer, çünkü orada insanlık, özgürlük, seçim olduğunu
hisseder. Bir sistem tarafından kapılandığının farkında bile değildir. Aslında
seçimin kendisinin kültürümüzün özünde köklenmiş hatalı bir ikiye bölünmenin
sonucu olduğundan haberi yoktur. Bunu hissedip daha fazla kalıplanmak
istemeyenler, yarıbilinçsiz, içgüdüsel bir şekilde ayrılıp, kendi isteklerinin
dışında bölünmeyecekleri bir yerde iş bulmaya çalışırlar. Polis gücünden
akademiye, tıptan politikaya kadar bütün kurumlarımızdan ayrılıp giden
insanlara pek dikkat etmeyiz. Özgün ve reform yapmaya hazır olanları daha
başından dışlayıp, bir şeye sadece zaten şu anda olduğu şeye benzediği için
bağlananları geride bırakan ve sürüp giden bir eleme işlemidir bu. Genç bir
polis, yapması gereken işten hoşlanmadığını söyleyerek Polis Gücü'nü terk
eder. Genç bir öğretmen, idealizmi küçük düşürüldüğü için öğretmenliği
bırakır. Bu toplumsal mekanizma neredeyse fark edilmeden işler - yine de
kurumlarımızın katı ve baskıcı kalmasını sağlayacak kadar güçlüdür.

Yıllarca böyle bir eğitim sistemiyle yetiştirilen bu çocuklar sonra
eleştirmen olurlar ve yazarın, ressamın aptalca beklediği o yaratıcı ve özgün
yargıyı bir türlü veremezler. Yapabilecekleri ve yaptıkları tek şey, yazar,
kitabın veya oyunun, zamanın duygu ve düşünce kalıplarına uyup uymadığını -
genel fikrin ne olduğunu - söylemektir. Eleştirmenler turnusol kağıdına
benzerler. Rüzgar ölçen aletler gibidirler - değersizdirler. Kamuoyunu ölçen
en duyarlı barometre eleştirmendir. Bu alanda ruh hali ve fikir değişimlerini,
politika dışında, bütün alanlardakinden daha çabuk görebilirsiniz - çünkü
politikacıların bütün eğilimleri sadece bundan ibarettir. Fikirlerini kendi
dışlarında aramak, kendilerini otorite temsilcilerine uydurmak, "elde edilen
bilgi"ye - olayı tam anlamıyla açıklayan bir sözcük grubu alıştırmak.

Altın Defter'in önsözü,
Çev: Aslı Cıngıl,


(*) Stars and banners.

Doris Lessing
Altın Defter, Mitos Yayınları


Doris Lessing'den eleştirmenler üzerine
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=351
Emre Sururi tarafından, 18/03/2001 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr

epigraf     Bir önceki eser:   Solaris / Stanislaw Lem
<<< -- Rasgele bir eser -- >>>
   Bir sonraki eser:   Saçları Fırtınadan Dağınık / Doris Lessing