Epigraf, Uzak Ülke projesinin elemanıdır

Öyle dağıldın ki bana / Aşkın ağzımda kaldı | Haydar Ergülen

Değişme / Michel Butor


Konu sıradan bir olaya dayalı: Paris'te Scabelli Şirketi'nde çalışan
Léon Delmont, iş gereği sıkça yaptığı Paris-Roma yolculuklarından birinde
Romalı genç bir kadınla (Cécile) tanışır. Yaş döneminin bunalımı, Henriette'le
(karısı) olan yıpranmış ilişkileri ve özbenliğine ters düşen sıkıcı iş yaşamı,
tüm varlığıyla Cécile'e bağlanmasına neden olur. Léon için Cécile, gençleşmek,
içtenliğe kavuşmak, özgürleşmek, sanatı ve güzellikleri tatmak, tek sözcükle
kendi kendisi olabilmektir. Giderek Henriette'den ve çocuklarından kopan Léon,
Paris'te Cécile için bir iş ayarlar, karısından boşanmaya ve sevgilisiyle
yaşamaya karar verir.

Roman, bu kararı Cécile'e bildirmek üzere, Léon'un Paris-Roma
ekspresine binmesiyle açılıyor, 22 saate yakın bir yolculuktan sonra, trenden
inmesiyle kapanıyor.

Yolculuğun ortalarında Léon, anılarına dalar, bir seferinde Cécile de
Paris'e gelmek ister, aynı vagonda dönmektedirler:

(s. 147-148)
"İnce bir sis kaplamıştı gölü, sonra bulutlar top top oldu ve yağmur
boşandı, gitgide sıklaşan damlalar camları puslandırmaya başamıştı.

Birlikte kompartımana döndünüz, kitabı yeniden elinize aldınız,
omuzunuza yaslanmıştı; artık okuyamıyordunuz, düşünüyordunuz ki, sınırın
aşılması geçici bir zaman içindi ve hiç de sandığınız gibi gerçek bir adım
değildi, bu birkaç haftalık zamanda Cécile'i Roma'daki gibi sık sık
göremeyecektiniz, seyrek ve kaçamak buluşmalarla yetinecektiniz, yapılan şu
değişiklik bile sınırları yıkamamış, sadece biraz geriletmişti, ayrılık
yeriniz Roma olacağına, Paris'e itilmiş bulunuyordu, öyle ya, trene binerken
Statione Termini'den ayrılıcağınıza, trenden iner inmez Gare de Lyon'da
ayrılacaktınız.

Kitabı kapadınız, Cécile okumaya dalmış görünüyordu, Juralara yağan ve
akşama doğru Burgonya'ya kaymış olan yağmur nedeniyle içerisi karanlıkça
olduğundan, iyice görebilmek için satırların üzerine eğiliyordu, vücudu
vücudunuza değmiyordu artık, hiç konuşulmuyordu.

Ah, demek şimdiden ha (şu anda olaya uzaktan baktığınızda daha iyi
anlıyorsunuz bunu, bilinmez bir sıkıntı, bir tedirginlik sarmıştı ruhunuzu,
sanki yavaş yavaş içinize sızan bir şey, bezginlik ve soğukluk iblisi sizi
kendi kendinizden uzaklaştırıyordu; zamanla unutup gitmiştiniz bunları, şimdi
düşünüp gerçek anlamına varıyorsunuz, zaten son haftalarda bu türlü anıları
kafanızdan uzaklaştırmaya baktınızdı hep, üstüste gelen sıkıntılardan,
düşünmeye vakit yoktu ki, ancak, günlük yaşamınızda bir çeşit irkilme gibi
olan ve ilk olarak Scabelli'nin dışında, işinizle ilgili sorunların uzağında
yapmakta olduğunuz bu gizli yolculuk ve bu dinlenme sırasında, ne olursa olsun
ulaşmaya karar verdiğiniz bu biricik kurtuluşun, bu yakın mutluluğun ve
değişimin içinizde yaşayan inancını sarsabilecek her türlü düşünceden uzak
kalmaya çalıştığınız şu son günlerde kafanızdan uzaklaştırdığınız bu anılar,
şimdi birer birer doluyor artık içinize), ah, demek şimdiden ha, demek elden
gidiyordu, bağ şimdiden gevşemiş, çözülüyordu ve ayrılık başlamıştı bile,
anlıyordunuz ki geçici olsa bile aşılmış değildi sınırlar, biraz olsun
gerilemiş bile sayılmazdı; kabullenmek istemiyordunuz ama, gerçekte bunu bile
başarmış değildiniz, yalnızca esnekleşmişti sınırlar: vedalaşma Roma Garında
olacağına ve birkaç dakikada atlatılacağına, yolculuk boyunca sürüp gidecekti,
uzadıkça uzayacaktı, nitekim ayrılıyordunuz, olup biten herşeyin bilincinde
olmaksızın, yavaş yavaş, acı acı, lif lif koparak ayrılıyordunuz
birbirinizden, gerçi diz dize oturuyordunuz ama, geçen her istasyon, Culoz,
Bourg, sonra Mâcon ve Beaunne, tıpkı evvelki yolculuklarınızda olduğu gibi,
gittikçe büyüyen uzaklıklardı aranıza giren.

Eliniz kolunuz bağlı, kendi kendinizle oynadığınız bu oyuna seyirci
kalıyordunuz, kompartımanda İtalyanca konuşmalar, zaman zaman susmalarla
bölünerek, yerini Fransızca konuşmalara bırakırken, aştığınız her
kilometreyle, Roma sokaklarının hayali, Cécile'den başlayarak bu kenti
hatırlatan insanların yüzleri, Henriette'den başlayarak, çocuklarınızın
yüzleri önünde, Panth(on Meydanı on beş numaradaki evinizden başlayarak, bu
evin çevresindeki evlerin ve Paris sokaklarının hayali önünde, gittikçe
gerilemekteydi.

Dijon'dan sonra, birlikte akşam yemeğine gittiğinizde, ayrılacaklarını
ve tekbaşlarına gideceklerini sezmiş iki insanın acıklı çağrısı vardı
bakışlarınızda; Cécile'e olan bu ihanetinizi ve aranızda gittikçe yoğunlaşan
uzaklığı, dokunaklı fakat kesik kesik sözlerle, ölçe biçe söylenmiş mutluluk
lâflarıyla gidermeye, gizlemeye çalışıyordunuz, nişanlısının cesedini, artık
yalan olmuş bir bedeni kolları arasında boş yere sıkan, böylece ölümün
kesinliğini ve acısını daha derinden duyan gençten farksızdınız o anda, nasıl
bu ceset belli bir değişimden sonra bir hayalet havasına bürünecekse, Paris'te
kaldığı sürece Cécile de öyle olacaktı sizin için."

Kitabın sonlarına doğru bu anının keskinleştirdiği bir düşünce
yayılmaya başlar:

s. 231-232
"Işığı kim söndürdü? Kim söndürdü ışığı, siz vagon-restoranı bulmak
için koridorları arşınlarken, restoranın Cenova'da kaldığını düşünemediniz
işte, sigara arıyordunuz, bir bulsaydınız, uyanık kalmanız kolaylaşırdı,
kafanızı büsbütün karıştıran, bulandıran şu ipe sapa gelmez düşlerden
kurtulurdunuz böylece, çünkü duruma dikkatle, soğukkanlılıkla, kendinizi işin
dışında tutarak bir başkası imişsiniz gibi bakabilmeyi istiyorsunuz;

çünkü bir noktanın iyice aydınlanması gerek; eğer Cécile'i Roma'nın
bir yüzü, sesi ve çağrısı olabildiği ölçüde sevdiğiniz bir gerçek ise, onu
yalnızca Roma nedeniyle seviyorsanız, eğer Cécile'i Roma'sız ve Roma'nın
uzağında sevmiyorsanız, (ne de olsa sizi Roma'ya kavuşturan Cécile olmuştur,
şu anda da yine O'dur), yani Cécile sizce Roma'nın kapısı ise, hani katolikler
papazla birlikte tekrarladıkları dualarda 'Aziz Meryem Cennetin Kapısı' derler
ya hep bir ağızdan, işte Cécile'i gerçekten bu nedenle seviyorsanız, şu
noktayı anlamak isterdiniz: niye böylesine büyülüyor sizi Roma, peki bu büyü
niye Paris'te bozuluyor, Cécile Paris'te Roma'nın bir simgesi, bir elçisi
olmak istese de niye olamıyor, peki ya Henriette, kendisi de katolik olduğuna
göre, bu 'Kentler Kenti' onun için de bambaşka bir anlam taşıdığına göre,
sizin bu kente olan bağınızı niye sitemlerinin özkaynağı gibi görüyor?

İşte böylece Cécile'e duyduğunuz aşk, bakışlarınız altında değişti
gitti, bundan böyle bir başka gözle bakacaksınız aşkınıza, bambaşka bir anlama
büründü artık, bu durumda, sakin sakin, soğukkanlılıkla incelemeniz gerek:
sizdeki bu 'Roma Miti'nin özü ve boyutları nedir, bu miti yapan ve ona katışan
şeyler nelerdir, gözünüze görünen ululuğu içinde, neler gizlidir gözle
görünmeyen çevresinde? İşte şimdi bu noktaya dikmelisiniz gözlerinizi ve bu
miti, tarihsel alan içinde evirip çevirerek, bunun özel davranış ve
kararlarınızla olan bağıntılarını, aynı zamanda çevrenizde yaşayan,
bakışlarıyla, davranışlarıyla, sözleriyle, hatta susuşlarıyla duygularınızı ve
hareketlerinizi birtakım koşullara bağlayan kişilerle bu mitin bağıntılarını
daha iyi anlamaya çalışmalısınız, ah, bir de üzerinize çöken şu uykuya karşı,
sizi yorgunluğun ve yorgunluk canavarlarının pençesine atan şu mavi loşlukta
üzerinize çullanan kâbuslara karşı bir direnebilseniz!"

Artık romanın bitmesine birkaç sayfa kala, son düşünceler, son
noktalar...

s. 269-270-271
"Bu yolculuğa karar vermekle, ne zamandır içinizde birikmiş olan güç
birden boşalmış, patlamış oluyordu, gelgelelim bu patlamanın etkileri o
noktada durmadı, bunun sonucu olarak da, ne zamandır içinizde yaşattığınız bir
düşü gerçekleştirme yolunda iken birdenbire bir aydınlanma oluverdi, bir
gerçeği gördünüz bu ışıkta, bir kez gördükten sonra da görmezlikten gelmek
elinizde değildi, anlamıştınız ki, Cécile'e olan aşkınız o görkemli yıldızın
yani Roma'nın etkisi altındadır, Roma'yı her an içinizde duyabilmek için
seviyorsunuz Cécile'i; ne yazık ki günlük yaşamınızı sürdüğünüz kente ayak
basar basmaz, Roma'yla aracılık yeteneklerini yitiriyor Cécile, herhangi bir
kadın, ikinci bir Henriette olup çıkıyor, tasarlamakta olduğunuz ikinci
evlilik, yine birinci evliliğin güçlükleriyle karşı karşıya bırakacak sizi,
üstelik daha da kötüleşecek durumunuz, çünkü Cécile'in yaklaştıracağını
umduğunuz o kentin özlemini çekerek yaşayacaksınız hep.

Ama suç Cécile'in değil, eğer Cécile'in yansıttığı ve Cécile'in
benliğinde erimiş olan Roma ışığı Paris'te sönüp gidiyorsa, suçu Cécile'de
değil, Roma mitinin kendisinde aramak gerek, öyle bir mit ki, titrek bir gölge
gibi görünse de, somutlaştırmak, elle tutulur hale getirmek istediğiniz anda
tüm karmaşıklığıyla karşınıza çıkıyor, sizi umutsuzluğa düşürüyor. Paris
yaşamınızda bulamadığınız doygunluğu 'Pax Romana' çağına dönmekle bulacağınız
inancını yaşatıyordunuz içinizde gizliden gizliye, güya ulu bir kentin
çevresinde, artık bu kent Roma yerine Paris de olabilirdi, tüm evreni eşsiz
bir düzen ve uyum içinde birleştirecektiniz, güya bu iki belde gerçekten
kaynaşacak ve birbiri içinde eriyecekti; işte bu umudun gölgesinde sığınarak
tüm kusurlarınızın bağışlanacağını umuyordunuz.

Cécile yerine başka bir kadın da olsaydı, Roma'nın uzağında yine
yitirecekti bu yetilerini; Paris yerine bir başka kent de olsaydı Cécile'deki
bu ışığı yine söndürecekti.

Demek oluyor ki görkemli bir tarih çağının inancı daha ölmüş oluyor
bilinçlerde, öyle bir çağ ki dünya bu kentin bağrında merkezleşmiştir,
Ptolem(e'nin tanımladığı yarımkürede bulunan herhangi bir yer değil, Roma'ydı
bu, yeryüzünün merkezi Roma, zamanla yer değiştiren bu merkez, imparatorluğun
çökmesiyle yavaş yavaş Bizans'a kayar gibi oldu, yüzyıllarca sonra ise
imparatorluk dönemi Paris'ine yerleşti, nasıl eski Roma yollarının
düğümlendiği yıldız Roma kenti idiyse, bunun bir gölgesi gibi, Fransız
demiryollarının düğüm noktası siyah yıldız da Paris idi bir zamanlar.

Yüzyıllar boyunca Avrupa'nın geleceği adına kurulan düşleri o denli
etkilemiş olan bu imparatorluğun anısı, artık günümüzde her birimiz için son
derece genişlemiş olan ve her birimize göre başka boyutlar kazanmış bulunan
yeryüzünde, etkisini yitirmiş bir simge olarak kalıyor.

İşte bu nedenle onu yakınımıza taşımak için tekbaşınıza uğraştığınız
bu çağ, daha ilk adımlarınızda darmadağınık bir görünüm alıverdi, öyle ki
bambaşka bir göğün aydınlattığı Cécile, Paris'e ayak basar basmaz, daha loş
bir ışığın altında, herhangi bir kadın olup çıkıyor."



Kitabın Mizan Dergisi'nde yayınlanan tanıtımı

Michel Butor
Değişme, Can Yayınları, çev: Mükerrem Akdeniz


Michel Butor'un 'Değişme' romanından bir kesit
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=261
Emre Sururi tarafından, 08/02/2001 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr

epigraf     Bir önceki eser:   Boşluk / Michel Butor
<<< -- Rasgele bir eser -- >>>
   Bir sonraki eser:   Butor üzerine Doğaçlamalar / Michel Butor