Zail'in Gölü / Emir Gümrükçüoğlu
Zail'in Göl'ü
Giriş:
Uzaklarda, görkemli Toraman Sıradağları'nın Göl'le birleştiği yerdeki
eteklerde, Zail adında yaşlı bir adam yaşar. Kimse görmemiştir, ama herkes
onun orada, Azap'taki tek kapalı su parçasının kenarında, yalnız başına
yürüyüşe çıktığını ve kendi kendine konuştuğunu bilir. Derler ki Zail, ulu
Erk, Azap'ı yaratırken yalvarmış, Göl'ün kendisine verilmesini istemiş.
Erk de Zail'in bu isteğini kabul etmiş. Zail bu dileğini ulu Erk'in huzurunda
dile getirirken istemiş ki Göl'ün erki kendisi olsun, hayvanat yaratsın,
denge kursun, kendisini onlara sevdirsin. Oysa ulu oldugu kadar zalim de
olan Erk, Zail'i yaşlı bir adamın vücuduna hapsetmiş ve ebediyete dek
yalnızlığa mahkum etmiş.
Burada okuyacağınız hikaye, Sonraki Çağ'dan kalma olduğu sanılan bir yazıtta
yer almaktadır ve hikayedeki Tekfur adlı kişinin, Zail'le yüz yüze
gelmiş tek canlı olduğu sanılmaktadır. Yazanın adı kesin bir biçimde belli
olmamakla beraber, yazıtın diğer kısmı, bir köyün dönümlük mahsullerinin
kayıtlarından oluşmaktadır.
I
Erk'in hizmetkarı, insanların koruyucusu, refahın habercisi, yüce efendi
Ganerdin'in emriyle Toraman Sıradağları'nı boydan boya dolaşmak, hainleri
öldürmek, Ganerdin'i tanımayan halkları döndürmek için yola çıkmıştı Tekfur,
Harbil'deki rahat barınağından. Şikayetçi de değildi. Harbil Beyliği,
saygın olduğu kadar sıkıcı da bir işti. Babasından kalan bu ünvan, onun
maceracı ruhunu sindirmesine yol açmıştı.
Efendi Ganerdin, Azap Mebusları toplantısında Toraman Sıradağları'nda
hainlerin ve başıboşların barındığından duyduğu endişeyi dile getirene
dek bu ruhun varlığını dahi hatırlamıyordu. Ganerdin'in konuşmasından sonra
aşka geldi ve teftiş için gönüllü oldu. Yüce efendi ise hiç şaşırmadan
onayladı ve Erk'le gitmesini diledi. Her şey çok çabuk cereyan etmiş,
ertesi gün gözlüsü Hüryar'la kelimelerden yoksun bir konuşma yaptıktan sonra
çıkınını alıp yola koyulmuştu.
II
Tekfur'un babası Harbil, Ganerdin'in bir elçisi gelip onları dönmeye
davet ettiği zamanlar halkın lideri idi. Elçi Yorsal, onlara Erk'i anlatmış,
Ganerdin'in temsil ettiği değerlerden ve Azap'ta yaşayan halklardan
Ganerdin'i lider seçenlerin nasıl refah içinde yüzdüklerinden söz etmişti.
Harbil onu dinlemiş, Ganerdin'e saygı duyduğunu, ancak halkının huzurlu
olduğunu, dışarıdan kendilerine karışacak birilerinin bu huzuru bozacağından
korktuğunu dile getirmiş ve bu teklifi kibarca reddetmişti.
Yorsal bu konuşmadan oldukça etkilendi ve teftişi yarıda keserek geri döndü,
Ganerdin'e Harbil ve halkından söz edip merhamet diledi. Ganerdin ise
sinirlendi ve Erk adına halkı son kez dönmeye çağırmasını, yoksa ordusunu
yollayıp herkesi öldüreceğini, sert bir biçimde söyledi.
Yorsal yeniden Harbil'in halkına geldi, Ganerdin'in emrini anlattı. Harbil
ile üç gün, üç gece konuştu. Halk da meraklı ve tedirgin bir biçimde onları
dinledi. Üç gün, üç gece kimse yemedi, içmedi, uyumadı. Üçüncü gece dördüncü
sabahın şafağına kendini bırakırken Harbil ayağa kalktı ve halka Yorsal'ı
aralarına kabul edip etmediklerini sordu. Halk kabul etti ve Yorsal,
Harbil'in ve bu dürüst ve gururlu halkın Erk'e kafa tutmasına, kendi
rızasıyla ortak oldu. Dördüncü gün yine kimse uyumadı, Ganerdin'in ordusunun
gelecek olmasının telaşı içinde hemen iş bölümü yapıldı. Demirciler günlerce
barınaklarından çıkmadılar, en sert kılıçları yapmak için çeliğe su verdiler.
Kadınlar günlerce barınaklarından çıkmadılar, en dayanıklı ekmekleri yapmak
için una su verdiler. Çiftçiler barınaklarından hiç çıkmadılar, en fazla
ürünü biçmek için toprağa su verdiler. Ve Harbil ile Yorsal, Harbil'in
barınağından hiç çıkmadılar, en fazla canlıyla bu savaştan sıyrılmanın yolunu
bulmak için ter verdiler.
Oysa savaş hiç gerçekleşmedi. Ganerdin, Yorsal'dan ses cıkmamasından rahatsız
oldu ve kendisi, iki atlı ile halkın yanına vardı. Gördü ki mert Yorsal, bu
halkla beraber olmuş, onların amaçları uğruna Erk'e ve onun Azap'taki
temsilcisi Ganerdin'e karşı gelebilmişti. Adil Ganerdin bundan çok etkilendi,
Yorsal'a bu halkın beyliğini önerdi. Yorsal reddetti, Bey ünvanının Harbil'e
hak olduğunu söyledi. Ganerdin de aynı öneriyi Harbil'e yaptı. Harbil
Ganerdin'in adilliğine saygı duydu, dönmeyi kabul etti ve Erk'e şükretti.
III
O zamandan beri iki Ganerdin değişti, Harbil gitti, Yorsal gitti. Harbil'in
oğlu Tekfur ve Yorsal'ın kızı Hüryar kaldı. Çocuk yaştan dost oldular, Tekfur
erkekliğe geçmeden bir dönüm önce halk onları gözledi. Çeyrek dönüm geçmişti
ki Tekfur gitmek istedi, gezmek, Yorsal gibi görmek istedi. Hüryar anladı,
üzüldü, belli etmedi. Ses çıkarmadan, gözle edilen vedayı aldı, ona her daim
yeşil bir mersin çiçeği verdi. Tekfur'un sesini çeyrek dönümdür duymaması,
onu görmeye daha aç yapmıştı Hüryar'ı. Ama yine de onayladı, döndüğü zaman
dönüm bitmiş olacaktı. Onu karşıladığı zaman adını bağıra bağıra söyleyeceği
anı beklemeye başladı.
IV
Erk'in hizmetkarı, insanların koruyucusu, refahın habercisi, yüce efendi
Ganerdin'in emriyle Toraman Sıradağları'nı boydan boya dolaşmak, hainleri
öldürmek, Ganerdin'i tanımayan halkları döndürmek için yola çıkmıştı Tekfur,
Harbil'deki rahat barınağından. Yarım dönüm geçti, beş halk döndürdü. Herkes
onu saygıyla karşıladı, aş verdi, su verdi. Toraman Sıradağları bitmedi,
bitmek bilmedi. Yola çıkarkenki heyecanı özleme dönüştü, onuruna sığmadı,
özlemi kabul etmedi. Özlem, onu yola atan macera ruhunu yeniden sindirdi. Ruh
uykuya dalmadı bu sefer, öldü. Ruhunun ölüsüne kurban olarak üç hain verdi.
V
Toraman Sıradağları bitmeyedursun, Tekfur Göl'e geldi. Ganerdin'in buradan
söz ettiğini hatırlamadı, ama başka halklar arasında konuşulan efsanelerden
tanıdı Göl'ü. Suya girmek, üç günün acısını, kederini, özlemini, yorgunluğunu
Göl'e bırakmak için dağdan indi.
Göl'e daldı ve battı. Küçükken babası ile Ganerdin'in sarayına
gittiklerinde, beklerken oradaki suda saatlerce yüzerdi. Hala Azap Mebusları
Ganerdin'in huzuruna çağırıldığı zamanlarda suya girmeden edemezdi.
Bildiği kadarıyla suya batılmazdı. Telaşlanıp hemen çıktı dışarı.
Elbiselerini ıslak vücuduna geçirdi, Göl'ün kenarına oturup bir önceki halkın
verdiklerini çıkınından çıkarmaya başladı.
Etrafta Göl'ün sularının hışırtısından başka ses yoktu. Her yerde ağaç
vardı, ama tek bir kuş uçmuyor, tek bir kuş ötmüyordu. Bunlara fazla kafa
yormayıp, aç midesini doyurmaya başladı.
VI
Yemekten sonra etraftan tanıdığı otları söküp borusuna doldurdu ve yaktı.
Doğruldu ve Göl'ün etrafını dolaşmaya başladı.
Güneş dağa inmeye başlamıştı ki ağaçların arasında, Göl'ün kenarında,
küçük, tahta bir kulübe ilişti gözüne. Yaşayan biri varsa, hain olmaması için
Erk'e yalvardı ve oraya yöneldi.
VII
'Neden buradasın' dedi ses. Tekfur irkildi. Ses yakından geliyordu, ama
geldiği yönde ne bir ağaç ne de bir otlak, sadece uzaktaki kulübe vardı.
"Rüzgardandır" diye başını salladı ve 'Konuşmaya geldim' dedi olanca
gücüyle.
'Erk'ten mi geldin?' dedi merhamet isteyen bir tona bürünen ses.
'Evet. Erk'in adına geldim. Erk'in adına seni Ganerdin'e çağırmaya geldim.
Erk'in adına seni döndürmeye geldim.'
'Kulübeye gel öyleyse'
VIII
Yaşlı adam taze ateşin üstüne kazanı koydu. Borusuna ot doldurup ateşten bir
parça ödünç aldı. Ve sordu:
'Ne istiyor?'
'Söylediğim gibi. Erk'in Azap'taki vücudu Ganerdin, seni döndürmem için
yolladı.'
'Kimdir bu Ganerdin? Neden kendisi gelmedi? Ben de Erk'in özür dileyeceğini
sanıyordum bunca zulümden sonra. Ama elçinin elçisini yolladığına göre yine
başıma işler açacağa benzer.'
Tekfur hayretle doğruldu.
'Erk'i bilirsin de Ganerdin'i nasıl bilmezsin? Yoksa bu ihtiyar vücudun,
onlarca dönümü görmüş gözlerin arkasında bir hain mi vardır?'
'Ben hain olmadım, olmam. Bu gözler onlarca değil, binlerce dönümü gördü. Bu
gözler daha yokken, gözlerin gördüklerinin bin mislini bu ihtiyar ruh gördü.
Ve bu ihtiyar ruhun hayat bulduğu bu ihtiyar vücuttaki ses der ki: "Erk beni
aldattı."'
Tekfur'un gözlerindeki anlamaz ifadeyi gören ihtiyar adam gülümsedi. Ve
Zail, Tekfur'a öyküsünü anlattı.
IX
Tekfur yürüdü. Toraman bitmedi, Toraman bitmek bilmedi. İki halk daha
döndürdü. Bir halk dönmek istemedi. Erk'e ve Ganerdin'e kötü sözler edildi.
Tekfur'a saldırıldı.
Köye girdiği zaman, yola çıktığındaki heyecan artık bıkkınlığa bırakmıştı
yerini. En kötüsü de Tekfur'un artık bunu kabul etmesiydi. Ne yaptığını,
neden yaptığını bilmez bir biçimde girdi köye. O saygın, güçlü ifadesi
gitmiş, zavallı, muhtaç bir ifade hükmeder olmuştu vücuduna. Halk onu
karşılamadı. Halk onu farketmedi bile.
Kadınlar ve erkekler, geniş bir alanda konuşuyorlardı. Hava henüz
kararmıştı, çocuklar ateş yakmaya çabalıyordu. Halkın konuştukları her
neyse oldukça önemli olmalıydı. Herkesin yüzü asıktı, ama mutsuzluğun
giydirdiği bir asıklık değil de, mutluluk için gerekli olan ciddiyetin
asıklığı vardı yüzlerinde. Çocukların bazısı ham ateşi yellerken,
bazısı güle oynaya çalı çırpı topluyordu.
Tekfur düşündü, "Ne farkları var Harbil Beyliği'ndeki çocuklardan bunların?
Ya bu halkın benim halkımdan ne farkı var? Bu dönüm için iş bölümü yapıyor
olsalar gerek. Bizim gibi. Ya çocuklar? Çocuklar... Onların düşünmelerine
gerek yok. Onlar yaşıyor. Büyükler ise onlar yaşasın diye düşünüyor,
tartışıyorlar. Düşünürken yavaş yavaşölüyorlar. Çocuklar da başlamamışlar
ölmeye, henüz yaşam duruşa geçmemiş. Canlılar. Sahi... Ne farkları var
bizden?"
Tekfur düşündü, "Ne hakkım var zalim Erk'in lanetine itmeye onları? Ya
Ganerdin'in Erk'i anlatmaya ne hakkı var? Güneş doğar, güneş yükselir, güneş
batar, hava kararır, güneş doğar, güneş yükselir... Aynı değil mi? Bizimki
gibi. İnsanlar doğar, insanlar yaşar, dönümler geçer, insanlar ölür,
insanlar doğar... Bizimki gibi. Ya Erk? Erk ölmez. Erk öldürür sadece. Biz
yaşarız, o öldürür. Biz, ya da onlar. Sahi... Ne hakkı var?"
Ve Tekfur'un gururu, ruhuna hakim olamadı ama, vücuduna hakim oldu. Ve
Tekfur konuştu. Ama artık Erk'ten, Ganerdin'den söz ederken, eski heyecanı
yoktu. "Bir yaşlı adam, bir hikaye... Nasıl değiştirebilir bir anda köklü bir
inancı? Kim olduğu belli olmayan yaşlı bir adam, gerçek olup olmadığı
bilinmeyen küçük bir hikaye... Nasıl yıkabilir köklü bir inancı bir anda?
Bir meltem, koca bir çınarı yıkabilir mi? Bir kuş, yuvasına bir dal
koyduğunda iner mi aşağı bir ağaç? Sahi... Ya ağacın kökü çürümüşse? Ya hiç
bir zaman bir kökü olmamışsa?"
Ve Tekfur'un gururunun hükmettiği vücut, ruhunun inanmadığı şeyler söyledi.
Ve biraz önce Tekfur'a sakin, olumlu görünen halk sinirlendi. Tekfur'u köyün
dışına kadar taşlarla kovaladılar. Çocuklardan Tekfur'a yaklaşanlar ona
tükürdü.
Ve Tekfur gülümsedi. Tekfur, yola çıktığından beri ilk kez gülümsedi.
X
'Ne yapmalı Zail? Nasıl kurtulunur bu savaştan? Ruh ve gurur, ruh ve beden,
gurur ve beden; bu üç ayrı çift sürekli kavga halindeyken, nasıl sulha
varılır? Ne yapmalı Zail? Erk'e şüpheyi sen sundun bana, şimdi de geri al.'
'İnsan bir kez şüphelendi mi, ruh ya da beden neyi savunursa savunsun, asla
emin olamaz. Ne ruh galip gelir, ne de beden. Kayıp olmaz bu savaşta.
Ondandır ki hep sürer. Barışı da yoktur bu savaşın. Şüphe bu, bir kez geldi
mi bırakmaz adamı.'
'Bu mu bütün söyleyeceğin? Peki ben bir karar versem?'
'Sen bir karar versen ne değişecek oğul? Karar verdiğini sanırsın, sonra
şüphe yeniden ortaya çıkar, yine sarar seni. Erk'e güvendin, Erk'i sevdin.
Ben de Erk'e güvendim, Erk'i sevdim. Ondan iyilik diledim, Erk'in gücünü
tanıdım. Erk bana acı verdi, keder verdi sonunda, ama Göl benim şimdi.
İstediğim bu değildi, Göl yaşam olmalıydı. Belki ben Erk olsam yaşam buraya
da varırdı. Ama olmadı. Güçlü olan Erk, ben değilim. Erk bana kötülük mü
yaptı, iyilik mi bilmiyorum, hala bilmiyorum. Dönümlerdir düşünürüm, "Acaba
yaşam mı daha değerli, ölüm mü?" diye. Hala bilmiyorum. Ölmek istiyorum, ama
Erk bunca zulümden sonra ruhumu sağ kor mu bilmiyorum. Ölmek istiyorum, ama
bu gözlerle gördüklerim, bu mavilik, bu kulaklarla işittiklerim, bu şırıltı,
bu burunla kokladıklarım, bu sümbül kokusu... Ölmek istiyorum, ama bunlardı
benim dönümlerdir elimde olanlar. Her seferinde ayrı şey görmek, genç bir
ağacın büyümesini izlemek... Göl'ü izlemek... İçinde balık olmasa da Göl de
canlı oğul. Bu su farklıdır diğerlerinden, tadsız bir sudur. Bu su tadını
yaşamak için kendine ayırır. Bu su hep farklıdır oğul, nefes alır, gider
gelir, gider gelir... Bunlar ki oğul, bazen benim bile Erk'e, bu yaşlı
bedeni bana verdiği için şükretmemi sağlar.'
'Yani benim de yaşamam ve Erk'e tekrar bağlanmam gerek.'
'Ben öyle demedim oğul. Bana ölüm yok. Benim önümdeki tek seçenek Erk'i
izlemek ya da izlememek... Benim de kaçış yolum bu. Erk'i düşünmeden, huzura
ulaşmak için yapmam gereken seçimi ertelemek, başka şeylere bakmak.'
'İşe yarıyor mu?'
'Yaramaz oğul. Elimde olsa bin kez, bin kere bin kez ölmüştüm ben. Ama bunu
yapamam. Yaşam beni yormuyor oğul. Bedenim yaşlı da olsa heyecanı hisseder,
yorulmadan yaşar. Ama ruhum ölmek ister, bedene tüketmesi için yeni
heyecanlar bulmaktan yorulmuştur. Ruhum ölmek ister, çünkü bir seçim yapamaz,
kaçmak ister. Senin önünde bir seçim daha var oğul. Seçimi yapıp yapmamak...'
XI
Küçük bir esinti başladı. Tekfur kara saçlarını yüzünden geri itti ve Göl'ün
kenarında, oturduğu yerden kalktı. Başını göğe kaldırdı, gözlerini kapadı.
Derin bir nefes alıp geri verdi. Gözlerini tekrar açtı. Gülümsüyordu. Ve
yürümeye başladı, Göl'e doğru. Su onu kaldırmadı, o da kalkmaya çabalamadı.
Tüm vücudu suya girince durdu. Kendini bıraktı. Vücudunu kasmadı. Rahattı.
Sadece sol kolu kasılmaktan tir tir titriyordu. Sol eli... Kurumuş bir mersin
çiçeği...
Çıkış:
Yazıtların yanında bulunan bir mersin çiçeği fosilinin nasıl olup da yazıtla
beraber saklandığı, ya da Sonraki Çağ'dan bu yana nasıl olup da yok olmadan
kaldığı hala bilgeleri meşgul eden sorulardandır. Bu yazıtları kimin yazdığı
bilinmemekle birlikte, yazanın, hikayeyi nereden öğrendiği de merak
konusudur. Bazı bilgeler, Tekfur'un, taşlandığı köye dönüp hikayesini
anlattığını savunmaktadır. Yazıtlar, mahsül kayıtlarında belirtilen bölgede
bulunduğu için en çok kabul gören sav budur.
Harbil Beyliği'nin çöküşünden sonra Ganerdin'e geçen beylik kayıtlarından
öğrenildiği kadarıyla Tekfur gittikten sonra, Hüryar'ın ağzından ölene dek
tek bir söz çıkmamış, sadece ölüm döşeğinde Tekfur için bir ağıt yakmıştır.
Bu ağıt, yazıtların ileriki bölümlerinde yer almaktadır.
Hüryar'ın Ağıtı:
Güz yaprağım, solgun.
Yaz denizim, durgun.
Kış rüzgarım, serin.
Bahar ateşim, sönük.
Dönüm dönüm üstüne geldi,
Etti kırk dönüm,
Sonbaharım, son baharım,
Yalnız...
Veda sözleri yerine bir bakış
Veda sözleri yerine bir yeşil
Veda sözleri, elveda sözleri...
Emir Gümrükçüoğlu, 5 Ekim 98
Emir Gümrükçüoğlu
Kişisel Arşiv
Emir Gümrükçüoğlu'nun 'Zail'in Gölü' adlı hikayesi
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=22
Emir Gümrükçüoğlu tarafından, 08/11/2000 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr
epigraf | Bir önceki eser: Oteller Hanlar Hamamlar için Sürekli Şiir / Cemal Süreya |
Bir sonraki eser: Allahım Neydi Günahım / Emir Gümrükçüoğlu |