Karabasan / Enis Batur
Yoruldum, çok yaşlandım artık: Geçen ay 83 yaşıma bastım, gövdem beni daha ne kadar taşır kestiremiyorum; zihnim, yıllardır direniyor olup-bitenlerin yıpratıcı yanına, o da dinlenmek istiyor galiba.
40 yaşlarındayken, uzun yaşamak, yapmak istediklerime, yazmak istediklerime olabildiğince geniş ufuklar, olanaklar kazanmak arzusu egemendi içimde, anımsıyorum.
Zoraki göçmen olacağım, kendi ülkeme dönme şansım olmaksızın bir şehirden ötekine göç ederek yaşamak zorunda kalacağım pek aklımdan geçmezdi.
Şimdi dönüp bakıyorum da, aymazlığımı, çevremdekilerin aymazlığını kavramakta güçlük çekiyorum: Nasıl olmuştu da olabileceklerin boyutlarını sezememiş, güçlü bir girdabın ortasına doğru topluca sürüklendiğimizi farkedememiştik?
Geçen yüzyılın son çeyreği başladığında oysa, barut fıçısı şekillenmeye yüz tutmuştu zaten. Bize nasıl bir geleceğin hazırlandığını görmemek için kör olmak gerekirdi. Türkiye fokur fokur kaynıyordu, durulur sanıyorduk. Doğu'da, Güneydoğu'da komşu ülkelerin yükesk gerilim telleri döşediğini biliyorduk, vazgeçilir umuyorduk. Balkanlar'da, Kuzey'de sarsıntılar birbirini izliyor, atlatılır sanıyorduk.
Umutlarımız bir bir duvara dayandığında biz de yüzyılın sonunda dayanmıştık. Kalanlarımız usul usul ya da çarçabuk kavruldular, bazılarından haber bile alamadık. Sanki telefonların hepsi açık unutuldu, gönderilen mektuplar yolda kayboldu.
Biz gidenler, gitmek zorunda kalalar, beyhude çırpınışlar içinde yıldan yıla, sınırdan sınınra sürgün olduk. Zayıf düşüp hastalananlar, intihar edenler, kahrolup susanlar için kalın defterlerde kayboluş kayıtlarını tutttuk. Direnen, didinip uğraşanlar, hızla soyu tükenen bir kavim halinde bugüne ulaştılar. Benden daha genç olanlara bakıyorum da: Gözlerindeki ışık sönmeye yüz tutuyor gibi geliyor bana.
40 yıldır sürdürdüğümüz savaşım bize bir ışık kaynağı bıraktı mı? Yayımladığımız göçmen gazeteleri için yazdıklarımı isteseler de okuyamayacak yeni kuşak temsilcileri. Ben, kalanlardan kalanlara ulaşamayacağım, kalanlardan bir şey kaldıysa, kalmasına izin verildiyse tabii.
Şimdi, bu yaşta ve bu durumda hayıflanmak gülünç oluyor, biliyorum. Bütün bu olup bitenlerin önüne geçmek için, bundan 40 yıl önce, 1990'larda daha uyanık, bilinçli, dirayetli, örgütlü olmamız gerekirmiş. Zemin, gözümüzün önünde kayıp giderken daha sorumlu, kararlı, yapıcı olmak varmış. Treni göz göre göre kaçırmış olmamız bağşlanır gibi değil. Bütün herşeyi biz hazırladık aslında. Gelişmelere göz yumulmasına göz yumduk. Vaktinde harekete geçip harekete geçiremedik. Buluşmamız, yanyana gelmemiz zorunluluk haline giridiğinde bile ayrıldık, ayrıştık, zayıfladık.
Basiretimizin bağlandığı, "bir şey olmaz" kolaycılığına sığındığımız, "birileri durumu düzeltir nasıl olsa" mantığına yenildiğimiz günleri acıyla, ağrıyla anımsıyor yaşlı belleğim. Kaybedilenler geri gelemeyecek artık. Karanlık, koyu karanlık kimbilir daha ne kadar sürecek, ışık bir daha egemen olamayacak belki de. Yerkürenin zifiri karanlığında yaşamak zorunda bırakılanlar, tarih boyunca aydınlık yakada yaşayanlara imrenerek yaşayıp ölmemişler midir?
Enis Batur
Türkiye'nin Üçlemi (İstanbul: Papirüs Yayınları, 1998), s.68
Enis Batur'un 'Türkiye'nin Üçlemesi' adlı kitabından alıntı
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=802
Vedat Kamer tarafından, 07/12/2001 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr
epigraf | Bir önceki eser: Acı Bilgi: Fugue Sanatı Üzerine Bir Roman Denemesi / Enis Batur |
Bir sonraki eser: Deneme / Enis Batur |