Şiirin Hayatı ve Şair / Bayram Balcı
Şairlerin hayatı yoktur. Şairlerin hayat dedikleri, şiirin hayatından başka bir şey değildir. Dünya onlar için yalnız ve yalnız yazılacak bir yerdir.
Şiir tanıma gelmez. Ne kadar şair varsa o kadar şiir tanımı vardır. Ne işe yarar bir şiir? Babamın yıllar önce bana söylediği gibi; ?şiirle bir çivi çakamazsın!? Evet, ama şiirsiz çakılmış çivinin de bir yeri eksik değil midir?
Şiir gerisinde gizli bir tarih bırakır. Adlandırmaktan kaçar. Kapalılık, belirsizlik koyar. Zorluk önce burdan geliyor. Aslında şiirin ele gelen bir şey olmaması, özünün, oluşumunun bilinmemesinden kaynaklanıyor. Gerçekten şiirin sırrına varmak zordur. Şiiri, şiir yapan nedenleri akıl ile açıklayamayız. İyi bir şiirde aklın payı yok gibidir. En aza indergenmiştir. Şiirin oluşumu da bilinmez. Öyle ki, şiir şairine bile kapalıdır. Bu durum, şairlerin Kaf Dağı yolcuları olmasından da kaynaklanmaz. Şiirin doğası gereğidir bu.
Şiir kendi serüvenini tek başına yaşar. Kimseyi bu serüvene karıştırmaz. Bir ağaç gibi. Tıpkı bir ağaç gibi oluşur şiir. Şair onu sonradan görür. Gördüğün de bir labirentin görüntüsüdür. Bir labirente girip çıkmıştır şair, bütün bildiği de budur. Bir şiirin oluşumu düz bir çizgi izlemez. Kağıda düşen şiirin gölgesidir. Şairin gördüğü, tutunduğu bu gölgedir. Şiirin kendi iç serüveni şaire bile kapalıdır. Şair bunu yalnızca sezer. Şairin, ağacın yapraklarından haberi yoktur. Şairin elindeki bir fotoğrafin arabını görür, ama okuyamaz. Bütün iş, şiirin kapalı olan bu iç serüvenindedir. Şiirin gövdesini bu iç serüven belirler. Şiir, böyle dal budak salır, böyle var olur. Gövdeyi şiirin iç yapısı belirler çünkü. Bu görünür gibi olan bir dış dünyadır, ama iç dünyanın gizliliği, bilinmezliği bu dış dünyaya da yansımıştır. Şiirin bu iç, dış diye ayırdığımız dünyası (aslında iki ayrı dünyaları yoktur) sonlu değildir. Kapalı bir dünya değildir, çünkü şiir yazıldıktan sonra da değişime, yeni anlamlara, duyarlılıklara, yıkımlara uğrar. Durmadan olduğu yerde devinir. Bu da yazılıştaki uzun, gizli yolculuğu aratmayacak niteliktedir. Şiirin yazıldıktan sonraki serüveni hiçbir şeye benzemez. Yazmak çünkü, yalnız şiirin orasını burasını düzeltmek, orasını burasını ayakta duracak hale getirmek değildir. Yazmak, şiirin içinde taşıdığını da yok etmektir. Şairin şiire karışması burada bu yok etme eylemi yani yazma eyleminde başlar. Burada tek ölçü şairin kendisidir çünkü. Şiire burada ağırlığını koyar. Bu ise büyük bir beğeni, büyük bir duyarlılık ve bilgi işidir. Şairi burada tanırız hemen. Çıktığı bu yolculukta şair kendisi ele verir.
Şiirin tarihinin gizliliği ise şairle birlikte çıktığı bu yolculuktur. Yalnız iyi bir şiirin tarihi gizlidir. Zayıf bir şiirin ise gizli hiçbir şeyi yoktur. Zayıf bir şiirde her şey açıktır. Zayıf bir şiir ölü doğmuştur çünkü. Öte yandan, şiirin geliş saati kimilerine göre bir Tanrı vergisi olabilir. Bu ise şiirin ilk dizesidir. Bizce bu ilk dize bir Tanrı vergisi olmadan öte, şairin bile bilmediği, ama sezdiğidir. Şair, şiiri sezgiyle bulur. Elbet şairde bu sezginin oluşumu bir hazırlık ister. Şiirin bu hazırlığın sonucudur. Birden yağmurun yağmaya başlaması, bir kirpiğin kopması şiiri başlatabilir.
Her şeyden önce şiiri dilin tarihidir. Şairi biz diliyle anlar, tanırız. Çünkü, şiir kendini dilde belli eder. Dili, evriltir, vurur. Dil bir araç olmaktan çıkar, şiirin kendisi olur. Şiire yaklaşmanın belki de ilk yolu dilin araç olmadığını bilmekle başlar. Çünkü, şiir kendini dilini yaratan ve bu yarattığı dille kendini dile getiren bir sözdür. Şiir yine dilin tarihi olduğu kadar, tekniğinin de tarihidir.
Bir yapı sanatıdır şiir. Her şey şiirin yapısında görülür. Dille teknik uyum içindeyse, şiirin varlığından söz edilebilir. Bir şiir yeniliği, eskiliği, dahası devrimciliği yapısına vurmamış, yapısının gereği olmamışsa, o şiir söyledikleriyle var olamaz. Daha ta başından ölü doğmuştur.
Öte yandan, şiirin varlığı kuşkuludur. Şiir, çoğunluğun aklını kurcalamaz. Çoğunluğun yaşamına girmez. Çoğunluğun aradığı ya da olmasını istediği hiçbir işin elinden tutmaz. Bu yüzden de şiir çoğunluğun dışardadır. Çoğunluğun dışında kalır. Çünkü, şiir bir amaç gütmez, bir şey öğretmez. Bunun için de güven vermez. Bütün bunlardan sonra çoğunluğun şiire uzak durması da anlaşılmaz değildir. Bir işe yaramaz çünkü şiir. Kolayca anlaşılıverilen bir şey de değildir.
Çünkü çoğunluk, şiirin dediğini diyemez. Onu açımlayamaz. Bu da şiirin çoğunluğa karışmasına engel olur. Hem karışsa bile bu karışım çok kısadır, bir şimşek çakmasından öteye geçmez. Şiir, hemen çoğunlukca eski yerine, yokluğa konur. Bu konuda şiirin elinden gelen hiçbir şey yoktur. Yoktur, çünkü hiçbir şiir dünyada okuyucu için yazılmamıştır.
Şiirin gizli tarihi böyle, ya şairlerin hayatı?
Şairlerin hayatı yoktur. Yoktur, çünkü şairlerin hayat dedikleri şiirin hayatından başka bir şey değildir. Dünyaya da o gözle bakarlar. Dünya onlar için yalnız ve yalnız yazılacak bir yerdir. Bunun dışında dünya yoktur.
Bayram Balcı
http://www.seyirdefteri.net
Bayram Balcı'nın 'Şiirin Hayatı ve Şair' adlı denemesi
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=764
Vedat Kamer tarafından, 13/10/2001 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr
epigraf | Bir önceki eser: Lila / küçük İskender |
Bir sonraki eser: Denizin Tuzu Nereden Geliyor / Brigitte Schwaiger |