Epigraf, Uzak Ülke projesinin elemanıdır

Aşığın kaçınılmaz kimliği yalnızca budur: Ben bekleyenim. | Roland Barthes

Ayna / Leylâ Erbil


Sen olmasaydın evlenirdim, paşaya varırdım, kanım kurudu şimdi, memelerim ekşidi, iliklerim karadı ve katıldı, yüzüm mikenlilerden kalma bir sarnıcı andırıyor, kadife mo-daydı o vakitler, dolmabahçede balo var diye çürümüş bir kedi bile olsam, kurtuluş yok, babam almanyadan getirmişti, ne paşalar, kolordu kolağaları, mareşal reşasettin, babanın silah arkadaşları, bir kedi leşi yenmez artık, savaşta olur, gitgide küçülüyorum, karyolam büyüyor, ayakkabılarım elbiselerim uzuyor, dekolte bir yaka, paşa pek beğenmişti, tek-taş pırlantam, ben ölünce sana kalacak, yüz görümü, sen de biraz babanın karısı sayılırsın, madam artirik dikmişti, ense açık, kulaklar pırıl pırıl, hanımefendicim ne ince beliniz var, omuzlarınız ipek sanki, teninize değince elim u-yuşuyor, size rop dikmek hem kolay hem çok güç, beni görür görmez sormuş "Kim bu taze" "yüzbaşı Selahattin'in hanımı paşam" bir vals daha başınız mı döndü sultanım, çalın bir vals daha, ama ben diktim, gözlerimin ışığı yitene dek diktim, elini bile sür-dürtmedim, bir vals daha, bir zambakça aparık bir kadın, ama siz varsınız sen ve kardeşin, kardeşin neden dönmedi, ben senin için bekledim, sen de beni bekle, sevil-dim ben, kürkler elmaslar içinde seviştim, senin yaşında gelinlik giydim, duvak bile taktım, paşayı o gün tanıdım, benim evim burası, ben öldükten sonra kiminle istersen onunla yap, babanın on parası geçmedi bu eve, dişlerimin yarısını kestirdim, temel-den girdim bu eve ağzım çöktü, kasamın anahtarları nerede, yüzümün ortasında dö-nüp duran anaforu durduramıyorum, seni düşünmekten de beynim durdu, bir oğul böyle mi olur, ben neler yaptım, ayaklarımı öperdi paşa, konak, çiftlik, saray, düğme-lerini çözdü, bir demet turp çıkardı, kokladım, ama benim bir kızım ve bir oğlum var, oğlum güney Amerika'ya gitti, bir kızla baş başa kaldım, anahtarlarım ve neyim varsa onun olacak bekliyor, yemeğime her gün ağı koyuyor, ağır ağır öldüren bir ağı, ses etmiyorum gençtir yapsın ölmem ki ben, oğlum yüzüme tükürdü gitmeden, onu da severim, arasıra ağladım bile, gitme dedim ona, işe yaramaz bir kancıksın de dedi kızıma, kızım dondu kaldı, kardeşinin ardından hiç ağlamadı, kızım, mülkümün tümü kendisinin olacak diye seviniyor, güney amerikada ne var, çıldırmış bu çocuk birkaç amerikalı öldürmeden geberirsem alçağım diye tutturdu günlerce, bir doktora gitme-liydik, herkes ne yapıp yapıp iki amerikalı öldürmeliymiş, ne istiyor amerikalılardan, onların da analarının ciğeri yanar, gerillaya katılacam dedi, kimmiş o gerilla allah kah-retsin onu seni benden alıyor dedim, hep o kürt arkadaşı yüzünden, düşük bıyıklı ka-ra kıllı oğlan var ya, ben de askerliği bitireyim mavzeri alıp dağa çıkacam dedi oğlu-ma, oğlumun mavzeri de yok, tabanca çekmesini de bilmez, ben onu öyle mi yetiştir-dim, paşa oğlu o, bekle, gitme, önce birlikte kendi yurdumuzu kurtaralım dedi oğluma, mavzeri kapıp dağa çıkmasıyla yurt kurtulur sanıyor bunlar, oğlum bekleyemem diye haykırdı kürde, her geçen gün kinimizden bir parça daha eksiltiyor, dakika bile bekle-yemem diye bağırdı, sakalları da var, gülmem tutuyor onları gördükçe, küçücük kü-çücük adamlar, sen nesin diye sordu kızıma kürt, herhalde sosyal demokratımdır de-di kızım da, sosyal demokrat ne demektir dedim ona, boku kaşığın sapıyla yemektir dedi, terbiyesizler de...

Ben onu nelerle o boya getirdim, gidersen hakkımı helal etmem, zaten yolda üşütür-sün, asya gribinden ölürsün dedim, babasından kalma küçük çantaya bir gömlek, bir diş fırçası, bir don, bir atlet, mavi bir havlu, bir de babasının çok eski postallarını koy-du, mavi renge bayılır, bunların hiçbiri gerekmeyecek bir ay sonra bana diye sevindi, kurtuluyorum şu sizin giysilerinizden, barınaklarınızdan, aşağılık dergilerinizden, ye-meklerinizden, dedi, radyoyu da çaldırmazdı bize, sizin çalgınız, sizin sinemalarınız, dostluklarınız deyip dururdu, ne söylesem sizin iğrenç düşünceleriniz derdi. Neden bu denli iğrenmiş bizlerden bilmem, sonra bana döndü, yağmurluydu da hava, ömründe ilk kez bir işe yara pırlanta yüzüğünü ver bana, başım sıkışacak, birkaç aya varmaz ölecem, ama iki amerikalı öldürmeden gitmem bu dünyadan, oranın ne havasına alışığım ne suyuna, dillerini de bilmiyorum, ölmeyebilirim de, ölsem de önemli değil, beni anlatacak insanlar birbirlerine, benim verdiğim örnek onları düşündürecek falan diye bir yığın söz etti...

Delirmiş bu çocuk birkaç kişiyi düşündürecek diye pırlanta yüzüğümü verir miyim ben adama, kızım: biz ne olacağız, annemi bu yaşta dilendirecek misin, diye korktu hıh! kendisine kalacak sanıyor yüzüğü o da, nah veririm ben sana yüzük, oğlum, dilense-niz ne olur sanki şimdi de birer dilencisiniz dedi, nankör, ben de yüzük değil zırnık bile alamazsın benden, yüzüğe yazık, çok geçmez sen onları temizlemeden amerikalılar seni temizler dedim, namert ne çabuk unuttun daha dün çükünle oynar-ken yakaladımdı seni, nasıl yaktımdı oranı, sünnet yerinin altında hâlâ izi bellidir, ne-reye kaçsan benim izimden ayrılamazsın, güney amerikaya da gelirim...

Ne çabuk adam oldun da amerikalı öldürmeye çıktın dedim oturduğum yerden tane tane olarak, geldi, karşıma durdu, kara gözleri koca koca açıldı, bembeyaz dişlerini gösterdi, onu öyle hangi kız görse tutulur onun olmak isterdi, ardından yüzümün tam ortasına doğru tükürdü, çantasını aldı ve gitti, soluk aldık o gidince, ev genişledi, per-deler uçuştu, kızım sildi süpürdü...

Temelli eline kaldım kızın; bıkıp usanmadan bekliyor, beklesin ölmem daha çok gen-cim, yapacak yığınla işim var, bugün konuklarım gelecek, kapıcıya fondan aldıracam, bu kat benim, samur kürkümü getir, dizlerime ört, kimim şimdi, gözlerim de görmüyor, başsağlığına gelecekler herhalde üzülmeyeyim diye neye geldiklerini saklıyorlar ben-den, önce anahtarları ver yüzüğümü takayım bugün, konuklarım gelecek sultan reşatın torununun gelini yakın akrabamdır, saçlarım çok yağlandı, hanidir yıkanma-dım, pamuğa alkol damlat ver silineyim, saçlarım kumraldı, atatürkle döndük döndük, debdebeli geçti yıllarım, genç yaşta toprağa koydular onu, tabutsuz, köpekler havla-yarak buldular yerini, tepede, oyup çıkardılar, dişlerine taktılar postallarını çektiler saçları duruyordu daha, toz toprak, ottan kocaman yuvarlak bir top olmuş kendiliğin-den yuvarlandı aşağılara dağın eteklerine değin, yutkunurken bir başkasının tükrüğü geçiyor gırtlağımdan, şamdanları yak, saçlarımı tara, ellerimi tut, iyi ki sen varsın. Kimsin sen?

Ne açılıyor öyle, vals mi? sarıl sarıl ben de seni çok arıyorum olsun arada bir uğra gene, beni özlüyorsun, ama bu hiçbir nen demek olmuyor, olsun bir kez başladık, sonuna dek gitmeli artık, ama olsun elimi tutuyor, dudaklarımı bulamıyor, ben kaçıyorum, ağzım önündeki her nenleri içeri çekiyor, bunu sakladım ondan, çok rakı içtik birlikte, çok çok konuştuk, balık levrekti, gözlerini içtik, uykumuz geldi gidip yattık, elim seninkine değdikçe büyüdü, küçücük ellerin var, yüreğin de hiç atmıyor, sen misin? Herkesi birden yaşamak istiyorsun, kendini korumaktan hayır gelmez sana, benim de bir yardımım olmaz, yücelmeye inanmışsın bir kez, öyle de aşağılardasın ki, şamdanı söndürsene, hicap duyuyorum iyice batağa dal, iyi olmaya özenmemesiye pislen, kendini yıkabilsen, bütün insanlar kadar pis olabileceğini anlasan o vakit bağışlarım seni benim pırlanta yüzüğümü çaldı, kızımdan saklıyorum bunu, sen de söyleme, duyarsa beni terkeder, bir gün kızımın ırzına geçmeyi kuruyorsun, sana kötülüğü oynattırdım, iyi beceremedin, anlamıyormuşça seyrettim seni, görmediğimi sanarak daha da ileri giderler şamdan sönünce anahtarları aldın, yüzüğü çaldın oradan, gözlerim görüyor benim, körmüşüm sanıyorlar, kızıma da öyle yapıyorum, gözlerimin önünde ağı şişesini boşaltıyor yemeğime, kapıcıyla önümde sevişiyorlar görmüyorum diye, kapıcıyı çağır fondan alsın konuklarıma, paşa karısıyım ben, bu zambak sizin, daha çok körpe, koca kız olmuş maşallah derler, bana da öyle derlerdi, kar beline dek ıslatmıştı seni, piçin birisin sen dedim sana, âşıktık birbirimize ama paşanın duluna yakışık almazdı... al şu parayı, 250 gr. Fondan al, 125 gram kıyma bir portakal, beni tanımayan bir bakkal, bir kasap, bir manav bulacaksın taa ötelere, dağlara, taşlara gecekondu semtlerine doğru git, biz 60 yıl önce gittik alamanyaya, ordu terfian gönderdi babanı, galiçyada çarpışırken şehit olunca, o vakitler böyle dağdan inmeler gidemezdi alamanyalara, soylu bir aileyiz biz iki göbekten istanbulluyuz, daha öncesini bilmeyeceğim, onun kollarında vals yaparak buralara dek geldim, bu çocuk neden dönmedi, gelmeyecekse açıkça söylesin her ana evlâdına bağırır, yaşamayı da bildiğiniz yok ölmeyi de... direklere tırmanıp bağırıyorsun, akılda kalmak için öldüreceksin kendini, akıl kimi bilmiş ki hıh! kendini alamadığın bir para var, baban da böyleydi, onunla da seviştim, o daha beceriklidir, gözlüklerimi masamın üzerinden çaldı, usulca alıp cebine attı, hiç ses etmedim, iyice göremeyeyim diye yaptı bunu, bir dahaki gelişinde de anahtarları alıp yüzüğümü çaldı onu oğluma bile vermemiştim, görmediğimi sanıyorsun burada mısın? İyice düşkünleştiğimi sanıyorsun, bunları böyle sandırttığın için çok sevinçliyim, kürküm tüm odayı kapladı, büyüyor, kapıcı geliyor, sen söyle ona ben uyayım, siz sevişin burada, sevişin sevişin beni terketmeyin de daha gencim ölmem, küçükken seyrettim sizi anahtar deliğinden aylarca baktım, oğlum daha dörtlerindeydi, gene de anlıyordu, kızım çoktan uyanmıştı, delikten yüzü görünüyordu kızımın, ağzı çarpuluyor, gözleri kayıyordu, maşayı ateşe soktum, içeri daldım, bir daha yapmadı ama, ikisini de yaralamışımdır, oğlumu da, kızımı da, babaları ölünce dul kaldım, ama başkasına varmadım, onlara baktım, okuttum büyüttüm bu boya getirdim, onlar yaralıdır, sevişemezler, sen neden sevişemiyorsun, onlar neden, biz neden sevişemiyoruz? Biz kimdik? Sen kimdin? Ne olacak böyle, sana da acıyorum, şimdi de kürkümü çalmayı kurmaya başladın, ben kimim? iyice karardı ortalık, göz gözü görmüyor, ağı şişesini yakaladın gene, kimse gelmeyecek mi, hani başsağlığına geleceklerdi, oğlum ölünce dul kalmıştım...


Leylâ Erbil
Leylâ Erbil, Gecede, Can Yayınları, İstanbul 1990


Leylâ Erbil'in 'Ayna' hikayesi
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=625
Ahmet Faruk Şengenç tarafından, 20/08/2001 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr