Epigraf, Uzak Ülke projesinin elemanıdır

Bu kimsenin suçu değil... Ben sadece yalnızım, o kadar. | Emre Sururi

Yel Girmiş / Yusuf Eradam


Kapının zili çaldı. Canım yana yana kalktım yataktan. Sırt adelelerim tutulmuş kımıldayamıyorum. Bilgisayarın klavyesine eğilsem boynumda bir kama, böğrümde bir hançer, midemden belime doğru kocaman bir kasatura...

Gelen ablam. Yardıma gelmiş. "Sana Gamaflex getirdim, sabah akşam iç, Ben-Gay getirdim, süriyim sırtına, bi bişiceklerin kalmaz. Voltaren mi getirseydim ki diye düşündüm ama bu iyidir. Görümcemin Amerika'dan getirdiği merhemden de bir sıkımlık kalmış, o yetmez diye getirmedim."

"Sağol ablacım, eksik olmaz. Bende de IcyHot diye bir merhem var. Onu da kullanabiliriz. Adeleyi donduruyormuş gibi, buz gibi değiyor tene..."

"Aa, biliyorum, görümcemin getirdiği de öyle. Sonra da yakıyor di mi? Hadi git yat. en biraz mutfakta iş yapıp yanına gelip sürerim sırtına merhemi. Önce bir Neskafemi içeyim de."

Ablamı kapının ağzında bırakıp yatağa seyirtiyorum. Nefes alırken, konuşurken bile ağrıyor sırt adelelerim. Hastalık kötü bir şey, yatağa çakılıyorsun, iş yapamıyorsun. Hele benim gibi işkolik biri için cehennem gibi bir şey bu. Ama sağolsunlar, hastayım diye gelen giden eksik olmuyor. Yönetici aidatı istemek için bu günü buluyor, dilenci kapıyı alacaklı gibi çalıyor, işgüzar komşu postamı getiriyor sevinç içinde, kızı olan komşum da aşure getiriyor, kızının geleceği bereketli olsun diye. Öğrencim gazete getiriyor, öteki ablam bulgur pilavı ve pilaki. Oğlum geliyor bugün son günü olan faturaları, kredi kartlarını yatırma işini üstleniyor. Yeğenim senet sepet işlerimi üstleniyor. Geliyorlar, gidiyorlar... İkide bir kapıdayım.

Gelenlerin hemen hepsi aynı şeyi söylüyor girerken: "Ay uyuyor muydun? Rahatsız ettim."

"Yok canım ne rahatsızlığı. Buyrun. Hoş geldiniz."

Gerçeği nasıl söyleyeceğim onlara. Kapıya ve telefona çıkmamalıyım çünkü. Bu "sosyal formaliteler" beni iyice hasta ediyor. Oysa sırtüstü yatmam gerek. Sıcak tutmalıyım sırtımı. Adeleler birbirine bağlı. Sırt adelelerim koluma uzanıyor. Oradan göğsüme. Otururken sıkışan omur aralarımdan eklem yerlerime yürüyor ağrı. Canım koşmak istiyor, kaçmak... beden yatağa çakıl diyor... göğsümün orta yerinde bir tandır, midemde taş, sırtımda pala yatıyorum. İlaçlar yüzünden galiba, mideme de bir şey oldu. Su içsem taş gibi duruyor midemde. Ne yesem davul gibi karnım. Şişik ve kazık gibiyim.

Kocası doktor arkadaşım arıyor geçmiş olsuna. Neyin var diye sorunca anlatıyorum. "Aaa, bana da oldu," diyor, "yel girmiş sana. Geçen ay ben de olduydum hatırlasana. Üç hafta ilaç içtim, ama sıcak tut, havlu ütüle sırtına koy, ve sert bir yatakta yat, ama sakın ceryanda kalma. Sen İstanbul yolunda otobüsün kliması yüzünden hastalandın, ben sana söyliyeyim. Çekeceksin. Yel girdi mi böyle yatağa mıhlar adamı."

Bana yel girmiş. Çıkana kadar bedenden bu yel, epey çekeceğim var anlaşılan.

Ablam mutfakta bir şeyler yapıyor, bir yandan da söyleniyor. Merak ediyorum niye söyleniyor. Annem de böyleydi, kendi kendine konuşurdu mutfakta, yakınır da yakınırdı. Kalkıyorum yataktan bir kez daha.

"Niye kalktın. Sana çorba yapacağım ama hiç malzamen yok. Bileydim, gelirken bir şeyler alırdım. Ne bu Tamek, Knorr falan. Tukaş, Tat, hep konserve. Kahvaltılık bir şeyler hazırlayayım dedim. yumurtadan başka bir şey yok. Ne bu Barilla. Yeni mi çıktı bu marka. Nuh'un Ankara makarnasına ne olmuş? Ya da Piyale'ye?"

Buzdolabını da açtı.

"Nereden çıktı bu light merakı? Yoğurdun light, sütün light, ay inanmıyorum yumurtalar bile light. Ne yapıyorlar, yumurtayı açıp sarısını alıp gerisin geri kapatıyorlar mı? Pesupanallah."

"Abla ben yatayım, sen ne yaparsan yap."

"Kelebek mutfak yaptırdın, onca masraf ne için ha? Şöyle boyu boyuna, huyu huyuna uygun bir taze bulsan da evlensen. Hastalığında da başında olsa, sırtına masaj yapsa, geceleri yatağını ısıtsa. Bu mutfakta sana nefis yemekler yapsa, bizim de aklımız sende kalmasa ha, olmaz mı? Ben rahmetli anneme dediydim, bu oğlanı memleketten biriyle evlendirelim. Şehirli kızlarda iş yok. Burunlarından kıl aldırmıyor buraların kızları. Biz öyle miyiz ya, bak üç ablan da harika ev kadınları olduk."

"Tamam tamaam. Yarın evlenicem, söz."

"Sen dalga geç. Pril'in nerde? Şu bulaşıkları suya koy, tabağın içinde açıkta duran bulaşık işte böyle iğrenç olur, ay şu hale bak, macunlaşmış iyice. Cif'in falan var mı? Mutfağı bir güzel temizliyeyim. Şimdi geçmiş olsuna gelen giden olur. Allah bilir Vim'in bile yoktur."

"Var abla, hepsi var, lavabonun altındaki dolapta."
"Ay şu hale bak! Nasıl oturuyorsun bu evde, her taraf bir karış toz. Gözünü seveyim biraz çekidüzen ver kendine. İyiden iyiye kapıp koyverdin kendini."

Yatağa girdim. Yanıbaşımda incecik bir kitap. Ursula K. Le Guin'in Catwings adlı masalı. Yalın bir dille anlatıyor Ursula, kanatlı doğan dört şirin kedi yavrusunun diğerlerinden farklı, dolayısıyla ayrıksı oluşlarını, yuvadan uçup gitmek zorunda kalışlarını. Kanatlı kedi yavruları bilmedikleri, tanımadıkları bir doğa içinde yaşamayı, hayatta kalmayı öğreniyorlar çeşitli acılardan geçerek; sonunda iyi yürekli iki çocukla tanışıyorlar. Kanatlı kedilerin tüyleri yumuşak, kedilere değen çocuk elleri de iyi yürekleri gibi, usul, sevecen.

Ablam gene sesleniyor. "Bir şeyler koy da dinleyelim. Temizlik yaparken kulaklarımın pası gitsin bari."

Gene kalktım. Ablam Sanat Müziği sever.

"Sibel Can'ın kasedi var mı sende? Hani sanat müziği okumuş. Geçen gün paralı günde dinledim, hiç sevmem bu karıyı ama pek güzel okumuş, ne yalan söyliim. Sen almışsındır hemen."

Almaz mıyım? Koydum kasedi. Yattım yatağıma gerisin geri. Ablam da şarkılara eşlik edere temizlik yapıyor, bir de makarna.

"Sevmekten kim utaaanmııış, tadına doyum olmaaaz, hangi gönül uslanmıış, aaaah, sevenle oyun olmaz. Kaç kere yemin eeeettim, aaah kaç gönüle de girdim..."

Güzeldir ablamın sesi. Şarkıcı olabilirdi, ama fırsatları kaçırdı hep. Memur arkadaşlarından birine de aşık olup evlendi neredeyse otuz yıl önce. Ben masal kitabını bitirirken göz kapaklarım ağırlaştı, uyumak üzereyim. Şarkılar ve ablamın eşliği ninni gibi geldi. Belki de evde, evle, benimle ilgilenen birinin olmasının verdiği huzur geldi üstüme. İçim tam da geçmek üzereydi ki ablam yeni şarkıya eşlik etmeyi kesti. Şarkı bitene kadar da gıkı çıkmadı.

"Nazlı yardan hiç haber yok, genim derdim herkesten çok, ben nasıl yanmıyam dağlar, dağlaaar, dağlar, dağlar, dağlaaaar."

Meraklandım. Ablam şarkıya türküye eşlik etmeden ev işi yapmaz ki. Ya televizyon açık olur, ya teyp.

"Sevda denen bir masalmış, yar ellerde zevke dalmış. Unut diye haber salmış, ben nasıl yanmıyam dağlar, dağlar, dağlar, dağlaaaar!"

Mutfağa girdim. Ablam, elinde cifli spontex balkon kapısının camına dayamış burnunu hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Nescafe'sinin yarısı içilmiş, tencerede Piyale kaynıyor.

"N'oldu abla? Neyin var? Ekonomik krizse, hepimizin başında, Allah sağlık versin, nasıl olsa atlatırız."

Salona geçiyoruz, koltuğa oturtuyorum ablamı. Hıçkırıkları arasında, "Yok diil, o diil," diyebiliyor.

"Ne peki benim güzeller güzeli ablam?"
"Ne güzelliği? Güzellik mi kaldı?"
"Ona mı ağlıyorsun? Menapozlu, panik ataklı bir karı oldum çıktım diye mi ağlıyorsun?"

"Yok, az önceki şarkıyı yıllardır dinler söylerim, yeni anladım. Önce hep saçma derdim. Birinci kıtada haber yok diyor. İkinci kıtada unut diye haber salmış diyor. Saçma diyordum."

"Evet, saçma."

"Belki öyle, ama şimdi başka bir şey anladım ben. Nazlı yardan haber olmayışı, unut beni haberinin ta kendisi işte."

"E bundan sana ne abla? Sen enişteme aşık olup da evlendin, yani benim bildiğim."

"Evet. Ona da aşık oldum, ama enişten ilk değildi. İlki, lise yıllarındaki aşkım, onsuz olmaz dediğim, gitti Almanya'ya bir daha da hiç gelmedi. Hep bekledim. Biz de göçtük büyük şehre ama ben değişmedim, dayandım, ona hep sadık kaldım. O ise, bir gitti pir gitti.. Bir kere olsun ara, hiç değilse unut beni de di mi, sebep ne olursa olsun, beni bekleme de, Almanya beni değiştirdi falan... insan bir mazaret bulur, mazaret de istemedim hiç, ama bir kez arasaydı ve deseydi unut beni... dönmeyeceğim... ama yapmadı, gitti ve bir daha ne bir ses, ne bir haber... Şimdi anlıyorum, o sessizlik unut beni demekmiş. Meğer aslında bir haber salmış."

Ablama da yel girmişti. Sibel Can'ı susturdum.

Sonra, sarıldım ablama, saçlarını okşadım. Bir süre öyle durduk. İpek gibiydi ablamın saçları.



"Sen doktor olmalıymışsın," dedi. "Elin başımın ağrısını alıverdi."

Sonra birden ayağa kalktı.

"Sen hasta değil misin? Git yat çabuk! Ne dolanıp duruyorsun ayakta. Git yat, birazdan gelip IcyHot süreceğim sırtına."

Merhemi sürdü ablam. Yel girmiş bedene buz gibi değiyor merhem. Sonra aynı buz gibi merhem ısıtıyor bedeni. Sabah akşam, günde iki kez sürmek gerekiyormuş. Birkaç gün içinde geçermiş sırt ağrılarım.

Yusuf Eradam
(öyküden) bir bilet gidiş dönüş, mayıs - haziran 2001


Yusuf Eradam'ın 'Yel Girmiş' adlı hikayesi
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=581
Emre Sururi tarafından, 17/07/2001 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr

epigraf     Bir önceki eser:   Milyon kere Ayten :) / Ümit Yaşar Oğuzcan
<<< -- Rasgele bir eser -- >>>
   Bir sonraki eser:   Pesüs / Edip Cansever