Devlet Ana / Kemal Tahir
Kerim Çelebi cönkü kuşağına sokunca, toplantıyı yönetecek nakip
kalkıtı, arkasını Ahi Baba'ya dönmeden avlu kapısına kadar geriledi. Sağ çavuş
su doldurduğu bakır tası, sol çavuş tuz kutusunu koşturdu. Nakip suya biraz
tuz atıp tası iki eliyle başı hizasında tutarak bağırdı:
- Selâm olsun sizlere, ey doğru yolumuza girmişler! Selâm olsun ey
ahilik kuşağı kuşanmışlar!
Ahi Baba, erkân adına, karşıladı:
- Selâm olsun!
- Gelmekliğimiz yol için... Durmaklığımız yol için... Söylemekliğimiz
yol için... Gelmiş geçmiş, gelip gelecek pirler, erenler, derviş savaşçılar,
rum gazileri, rum abdalları, rum alpları, rum bacıları ruhuna huuuu!
Erkân bir ağızdan gürledi:
- Huuuuuu!
- Dargınlarımız barıştı mı?
- Barıştı.
- Helâllık alınıp verildi mi?
- Verildi.
Naki, Ahi Baba'dan başlayarak tası dolaştırdı. Herkes iki eliyle
tutarak dudaklarını ıslattı. Nakip de öyle yapıp geriledi, tası sağ çavuşa
verdikten sonra ortaya geldi:
- Bir ahbabımız yola girmek ister.
- Kimdir?
- Kara Osman Bey oğlu Melik Bey'dir.
- Uygun! Kimdir yol atası?
- Bacıbey oğlu Kerim Çelebi'dir.
- Uygun! Ya kimdir yol kardeşleri?
- Savcı Bey oğlu Ahi Bayhoca, Aykut Alp oğlu Kara Ali'dir.
- Uygun! Alsınlar gelsinler!
Yol atası Kerim Çelebi önde, iki yol kardeşi arkada, avlu kapısından
çıktılar.
Çavuşlar, Ahi Baba'nın önüne iki seccade serdi. Nakip, bunlardan
birine, Melik Bey'in kuşanacağı ahi kuşağını, beline sokulacak ahi palasını,
saygıyla koyup oturdu.
Çavuşlar kapının yanındaki yerlerine geçmişlerdi.
Kerim Çelebi'nin anası Bacıbey'in Söğüt'e ün salmış bol gölgeli serin
avlusunda, kuş cıvıltılarından başka ses duyulmuyor, inca nisan meltemi havuzu
gölgeleyen salkım söğütlerin taze yeşile donanmış dallarını sallıyordu.
Kapı, üç kez vuruldu. Ahi Baba duymazdan geldi. Üç kez daha vurulunca
seslendi:
- Destuuuuur!
Kapıyı çavuşlar yavaş yavaş açtılar.
Önde yol atası Kerim Çelebi, arkada Melik Bey içeri girdi. Yol
kardeşleri, iki yandan saltasının eteklerini tutmuşlardı.
Yol atası Kerim Çelebi, Melik Bey'i seccadelerin önüne getirdi, sağ
elini sol omzuna, sol elini sağ omzuna koydu, eğildi, sağ ayağının baş
parmağını, sol ayağının başparmağına bastırdı. Erkânı selamladı:
- İşbu kardaşımız Melik Bey, siz yol erlerinin ayağına girip bu insaf
eşiğinde durmaktan muradı, aramıza girip kervanımıza katılıp erkân görüp yol
tutup Ahi Babamıza boynu bağlı kul olmaktır ve de uğraş erleri bölüğünde beli
kılıçlı yoldaşlığa koşulmaktır. Bu âşık için nedir buyurduğunuz?
- Sınava çekilsin yol töresince...
- Hayhay...
Kerim Çelebi boş seccadeye diz çöktü. Yol kardeşleri Melik Bey'i
getirip karşısına oturttular, kendileri de tuttukları eteği bırakmadan iki
yanına çöktüler. Kerim Çelebi, okurken kullandığı kalın sesle, büyük soruyu
sordu:
- Ey can, kulağını aç! Yola girmek dileğindensin. Şöyle bil ki, ahilik
ince yoldur ve de çetin yoldur ve de gayet sarp yoldur. Yüreğine, bileğine
güvenmeyen girmemek gerekir. Çünkü yüceleyim derken batağa batmak vardır.
Yolumuz anlamaklık yoludur ve de inanmaklık yoludur ve de tutmaklık yoludur.
Töreleri tutmağa gücün yeter mi? Yüreğin ne demekte?
- Beliii...
- Sınavlanmağa da beli mi?
- Beliii...
- Beli dedin, günah gitti bizden... Yallah bismillâh! De bakalım,
ahiliğin açığı kaçtır?
- Dörttür.
- Say gelsin!
- Eli, yüzü, gönlü, sofrası...
- Kapalısı kaçtır?
- Üçtür.
- Say gelsin!
- Gözü, beli, dili...
- Gözü kapalılıktan murat nedir?
- Kimsenin suçunu, ayıbını görmemektir.
- Ekmek yemekte kaç edep vardır?
- On iki...
- Say gelsin!
- Oturdukta sağ dizi dikip sol dizi altına ala... Lokmayı önce sağ
avurduyla çiğneye... Küçük lokma ağızlaya... İki elini yağlatmaya. Ağzından
akıtmaya...
Ahi adayı biraz duraklayınca Kerim Çelebi fısıldadı:
«Yere dökmeye...» Bunu herkes gibi Ahi Baba da işitmişti. Ayıplayarak
tersledi:
- Kerim Çelebiiii... Çelebi'lik böyle değil!...
Melik Bey atıldı:
- Yere dökmeye, ağzı dolu iken konuşmaya...
Kerim Çelebi parmaklarıyla gizlice saymayı bıraktı:
- Yedi...
- Kimsenin lokmasına bakmaya...
- Sekiz...
- Başını kaşımaya...
- Dokuz...
- Sözü kısa söyliye ve de hiç gülmiye...
- On...
- Yemeğin iyisini konuğa bıraka...
- On bir...
- Yemekten sonra elini yıkaya...
- Tamam! Ya söz söylemekte kaç edep vardır?
- Dört edep vardır.
- Say gelsin!
- Sert söylemeye ki ağzından tükürük saçmıya... Bir kişiiyle
söyleşirken başka yere bakmıya... «Sen-Ben» demeye, «Siz-Biz» diye... Elini,
kolunu sallamıya...
- Peki yol gitmekte kaç edep var?
- Sekiz.
- Say gelsin!
- Katı katı kasılarak yürümiye... Canavarcıkları ezmiye... Dört yanına
bakmıya... Taştan taşa hoplamıya... Yoldan ayrılmaya... Kimsenin ardından
gözlemiye... Büyüğün önüne geçmiye... Biriyle giderken bekletecek iş
tutmıya...
- Ya nesne satın almakta kaç edep vardır?
- Üç... Yumuşak söyleye... Tadına azla baka... Aldığını geri
vermeye...
- Gelelim, beyler katına varmanın kaç edebi var?
- Beş...
- Say gelsin...
- Vakitsiz gitmiye... Büyüklerin hepsine ayrıca ayrıca selâm vere...
Uzak otura... Çok söylemiye... Öğüt vermiye...
Kerim Çelebi, Ahi Baba'ya döndü:
- Ne dersiniz? Daha sınayalım mı biraz?
Ahi Baba yargıyı erkâna bıraktı.
- Uygun...
- Elverir...
- Yontulmuş yeterince...
- Ak etti yol atasının yüzünü, aferiiiin!
Kerim Çelebi, Melik Bey'in eline bir yağlık örttü. Yol kardeşleri,
ellerini bunun üstüne koydular.
Kerim Çelebi son öğütleri verdi:
- Ey oğul! Saygılı ol ki saygı göresin!... Sözün dolusunu söyle ki
dinletebilesin! Bundan böyle sana şarap içmek, kemik ataraktan kumar oynamak
yoktur. Gammazlık, kasıntı, karalamak yoktur. Kıskanmayacaksın, kin
tutmayacaksın, zulmetmeyeceksin!... Yalan söylemek, sözden dönmek, namusa kötü
bakmak gayet ayıptır ve de yoktur. Ellerin günahını görmezden geleceksin!
Pintilik yoktur, hele hırsızlığı akla getirmek bile yoktur. Kuşanacağın
kuşağın onurunu bil! Kılıç erliğine soyunmaktasın. «Ali'den üstün yiğit ve de
Zülfikâr'dan üstün kılıç olmaz» denilmiştir. Çabala ki, bu basamaklara
yanaşabilesin! Kalk bakalım!
Öğütleri başı önünde dinleyen Melik Bey kalktı. Kerim Çelebi ortaya
sordu:
- Kuşaklayalım mı ihvanlar? Ehli midir?
- Ehlidir.
- Yaraşıktır.
- Kuşaklansın!
Kerim Çelebi ahilik kuşağını aldı, dudaklarını kıpırdatarak okuyup
üfleyip Melik Bey'in beline doladı, üç düğüm vurdu, ahilik palasını üç kez
öpüp kuşağa soktu:
- Ey yoldaşlar! Gülbank çekelim, üçler, yediler, kırklar aşkına! -Bir
ağızdan başladılar-: Allah Allah illâllah... Baş açık, göğüs kalkan! Uğraşta
kılıç alkan, eyvallah! Bu meydan er meydanı, düşenleri sormak olmaz. Yolumuz
hak yoludur, geri durmak olmaz, eyvallah! Düşman kara karga, ahi yiğitleri
şahan! Can baş Ahi Baba'mıza kurban, eyvallah! Tanrı birligiyçün, yol
dirligiyçün, meydan erligiyçün ölenimiz şehittir, cennetlik; kalanımız gazidir
muhabbetlik, eyvallah!... Yolumuza girdi Ahi Melik Bey, çabalaması yerini
bula!
- Amiiiin!
- Muradı amacına vara!
- Amiiiin!
- Pirler, hak erenler arkacısı ola!
- Amiiiin!
- Bahtı açıla yürüye...
- Yürüyeeee...
- Ünü yayıla yürüye...
- Yürüyeeee...
- İnlesin yer-gök, çekelim huu!
- Huuuuuuuu!
- Devranına huu!
- Huuuuuuuu!
Kerim Çelebi «Muhammed'e selevat» derken sustu, «Bre aman!» diye
naralanıp kalkmak için davrandı.
Kemal Tahir
Devlet Ana
Kemal Tahir'in 'Devlet Ana' romanından bir bölüm
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=342
Emre Sururi tarafından, 15/02/2001 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr
epigraf | Bir önceki eser: Aynı Kentte / Konstantin Kavafis |
Bir sonraki eser: Çam Dikenciklerinden Bir Giysi / Lale Müldür |