Sudaki İz / Ahmet Altan
Killi bir toprak tabakası gibiydi içi; bedenini parçalayan öfke
dalgaları bu tabakanın altına sızamıyor, üstünde birikip gittikçe büyüyerek
şiddetleniyordu. Üstünde öfkenin biriktiği bu tabakanın altı ise bir köy gibi
durgundu. Öfke, bu altta kalan bölgeye ulaşamıyordu. Orada küçük ve mutlu
umutlar, temiz bir ev, saygılı bir eş ve okumuş bir köylünün dingin
gülümseyişi vardı. Köylünün hareketsiz düşleri altta, kentlinin fırtınalı
öfkesi üstte kalmış, Necip'in içini eski Mısır mezarları gibi katlara
ayırmıştı.
Bir yıl olmuştu üniversiteye başlayalı, koca bir yıl geçirmişti
kentte. Bir yıl boyunca okula gitmiş, sokaklarda dolaşmış, vitrinlere bakmış,
sinemaların önünden geçmiş, otobüslere binmiş, denizi seyretmiş, geceleyin
kentin ışıklarından ürkmüş, kadınların güzel koktuğunu öğrenmiş, öğrenci
kahvelerinde oturmuş ve bütün bu yerlerde bir insan gibi değil de toz rengi
pis bir bulamaç gibi dolaşmıştı. Bir tek kadın bile ona gülümsememiş, bir tek
kızla el sıkışmamış, hiç kimse hiçbir konuda düşüncesini sormamış, parasız
kaldığında kimse ona yemek vermemiş, onun da o kentte yaşadığını kimse fark
etmemişti. Başka insanlar için Necip'in kentte olup olmaması, yaşayıp
yaşamaması, üzülüp üzülmemesi hiçbir önem taşımıyordu. Küçücük, minnacık bir
ayrıntı bile değildi kentte. Yoktu. Var olamamanın acısı, çaresizliği, damla
damla öfkeye dönüşmüştü. İlk başlarda bir tek gülümsemenin yok edebileceği
kadar güçsüz, köksüz ve yapay olan bu öfke, o tek gülümsemenin olmaması
yüzünden gittikçe büyüyüp güçlenmişti.
Yalnızca bir tek kişi fark etmişti onu. Bir sabah dersanenin
açılmasını kalabalıktan uzakta, pencerenin kenarında tekbaşına beklerken, bir
öğrenci gelmişti yanına.
- Ne o? demişti, seni hep böyle yalnız görüyorum, kimseyle arkadaşlık
etmiyorsun.
- Arkadaşım yok.
Çocuk Necip'e bir sigara vermişti.
- Kimseyle konuşmazsan tabii arkadaşın olmaz. Herkes, arkadaşın
burada, birsiyle konuştun da sana arkasını mı döndü? Niye uzak duruyorsun
herkesten?
- Bilmem.
Çocuk, Necip'in omzunu tutup gülümsemişti.
- Ben de senin gibiydim ilk geldiğimde. Böyle oluyor insan kente ilk
geldiğinde. Sen akşamüstü dersten sonra beni bekle. Benim adım Fikret.
Akşamüstü birlikte çıkmışlardı üniversiteden. Mayıs sonunun ılıklığı
vardı kaldırımlarda. Birlikte bir kır kahvesine gitmişlerdi. Bodur meyve
ağaçlarının altına serpiştirilmiş kırık dökük tahta masalardan birine
oturmuşlardı. Köylerinden, kent yaşamının tatsızlığından, ailelerinin
fakirliğinden, parasızlıktan söz etmişlerdi. Fikret, köyleri, köylüleri,
kimsenin tekbaşına yalnızlıktan ve çaresizlikten kurtulamayacağını anlatmıştı.
Anlattıklarının hepsi de Necip'in aklına yatmıştı. Birden her şeyi başka türlü
görmeye, kendisinin güçlü bir insan olduğuna inanmaya başlamış, hemen önünde
duran yepyeni bir dünyayı keşfetmenin coşkusuyla sevinmişti. Fikret, bu yeni
dünyada Necip'e de yer olduğunu, ona da önemli görevler düştüğünü söylemişti.
Ertesi gün okulda buluşmak üzere neşeyle ayrılmışlardı.
Ertesi gün gelmemişti Fiktret, onun yerine ölüm haberi gelmişti.
Fikret'i vurdular, demişlerdi. Necip, yalnızca bir tek akşamüstünü birlikte
geçirdiği bu en iyi arkadaşının ölüm haberini duyduktan sonra bahçeye çıkmış,
bir taşın üstüne oturup tekbaşına bir sigara içmişti. Bir titreme gelmişti
üstüne; sigarayı tutan elleri, bacakları, gövdesi her yanı titremeye
başlmaıştı. Fikret'in ölümüne hem üzülmüş, hem de dehşete kapılmıştı.
Sınavları bile beklemeden o akşam ilk otobüsle köye dönmüş, bir hafta boyunca
sokağa bile çıkmamıştı. Hep Fikret'in anlattıklarını ve onun vurulduğunu
düşünüyordu. Kendisini yalnızlıktan, fakirlikten, sıkıntılardan kurtaracak
olan kurtarıcıyı son anda yitirmiş gibiydi. Necip, ne yapması gerektiğini bir
türlü bilemiyordu. Deli gibi bir öfkeyle büyük bir korku, içinde çarpışıp
duruyordu. Necip ikisinden birini seçmek zorunda olduğunu biliyor, kendini
karar vermek zorunda hissediyordu.
Öfkeyle ve korkuyla kıvranan Necip birden kalktı. Burada tekbaşına
kalmaya daha fazla dayanamayacağını anlamıştı. Gömleğini alıp köye doğru
yürüdü. Kente dönüp Fikret'in arkadaşlarını bulmaya karar vermişti.
Korkuyordu, ama yapacak bir şey de yoktu artık.
Ahmet Altan
Sudaki İz, Can Yayınları
Ahmet Altan'ın 'Sudaki İz' romanından bir bölüm
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=205
Emre Sururi tarafından, 05/02/2001 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr
epigraf | Bir önceki eser: Akşam Erken İner Mahpushaneye / Ahmed Arif |
Bir sonraki eser: Bu Aşk Burada Biter / Ataol Behramoğlu |