Epigraf, Uzak Ülke projesinin elemanıdır

Güzel bir kadını bütün sanatlara tercih ederim. | Guy de Maupassant

Eda'bi Mektuplar 1 / Emre Sururi


"Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni"


8.12.bindokuzyüzdoksanbeş.cuma.23.05

Cemal Süreya'nın bu şiirini ilk anımsamaya/ezberlediğimi anlamaya
başladığımda, içimde bi yerlerde hep yanılmış olmayı istediğimi bilirim.

"Hiçbir şeyim yok akıp giden bu sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydin beni"

Benim için hep daha çekici gelmişti. Çünkü o zamanlar önce sevilmek gelirdi,
beni seven herkesi sevebilirdim çünkü ve çünkü herkesi sevebilirdim. Hayal
kurmazdım, asla ıssız ada fantezilerim de olmadı. Çok kısa bir zaman öncesine
kadar (ama yine de Nazlı'dan önce) da kimsenin beni sevebileceğini sanmadım.
Bu yalnızca benim özelliğimdi. Yalnızlıkla başa çıkılabileceğini, hatta
onunla tutkulu bir aşk yaşanabileceğini bile öğrendim bir zaman sonra. Bunu
kabullenince, daha da ileri götürüp bundan zevk almaya başlayınca beni seven
insanlar bitiverdi başımda...

hep en azıyla mutlu olmayı becerebiliyordum. O en azlar bana günlerce
yetiyordu. Güneşe dokunmak gibi bir şey. Hiçbir "en az"ımı abartmadım ama.
Kimseyle paylaştığım da olmadı sayılır. Üç insan vardı hayatımda, kronolojik
sırayla Lale, defne ve Elif. Lale, çok gerilerde kalmıştı ama ilk hızı
verdiğinden değeri tartışılmazdı. Ve biliyor musun; Lale böyle değildi...
Almışlar onu, başka gözler, başka bir ağız takmışlar sanki. Hep yüksekten
baktığı için insanların gözlerini göremiyor sanki. Eski Lale bu değildi.
Kabul, İstanbul'a geçen sefer dönerken biraz değişik gelmişti ama bir kaçış
vardı. Otobüsle gitmiştik, elele tutuşup, sarılıp birbirimizin dünyasında
birbirimize yetmiştik. Sokaksız bir çift olmuştuk. beklemiyordum. O tekrar
Ankara'ya döndü, benden 10 saat önce. 3 gün geçti, eşyalarım ondaydı ve o beni
aramamıştı. Evine gittim. oradaydı. Eşyalarımı aldım gidiyorken erkek arkadaşı
alper geldi. kendimi kötü hissettim. Ertesi akşam buluşmak istedi, kabul
ettim, onunla buluşmaya gitmeden elif'e gittim, yazılarımı verdim ve son kez
dostça ayrıldık. dostluğumuzu öldürmüştüm Ben ve artık hiçbir şey eskisi gibi
olmayacaktı. Lale bana beni sevdiğini söylediği bir günlük sayfası verdi.
Yaşlanınca evlenmeye sözleştik. son ayrılışımız böyle oldu.

Sonuç olarak, Lale'yi savunmayacağım ama galiba, dün akşam o evdeki Lale
değildi. Ve galiba Lale hiç yaşamadı. Galiba benim herşeyim sahte. bir
geçmişim yok. Galiba ben de asla varolmadım. Ölünce bu yaşam, bu sokak, bu
dünya, kainat, evren, bu sokak bitecek, bir sokağım bile yok aslında.

Neden?
(...) B.En.

--------------------------

İçkievinden çıkınca
Camdan
Demin oturduğum yere
baktım.

Sigara paketimi
masada unutmuşum.
sandalyede
tıpkı benim gibi
oturuyor boşluğum.

bir eli alnında
benim gibi.
Ama
biraz daha mı hüzünlü?
oturuken de
biraz daha mı çıkarıyor
kamburunu?

Biraz daha mı benziyor
babama?

Bir yaş büyüğüm babamdan
ve rüzgâr
bir törendeki gibi
çekiştirir durur
yağmurluğumu.

C.Süreya/Camdan

--------------------------

bütün dostlukların
bittiği yerde,
ölüm başlar.

--------------------------

giden bana
ve kalan sana
iki ayrı güz.

--------------------------

Unutma,
cehennemde yürüyoruz
çiçeklere bakarak.

--------------------------

gömmeden önce biraz gezdirin beni

(Sonuncusu C. Süreya)


----------------------------------------------------------------------------

"Dün için özür dilerim
Şimdi işten çıktın Beşiktaş'tasın

Kim istemez mutlu olmayı
Mutsuzluğa da var mısın?"

Günün menüsü:
düş ülkesi ve orası

9 Aralık 1995/C.T.S.

ikinci günden sana mektupla merhaba! öyle şeyler hissediyorum ki bugün;
hayatımı etkileyecek kararlar aldığımı hissediyorum. Saniyede iki-üç, çok
kararlara varılıyor kafamda, bunun farkındayım ama yine de hiçbir şey
anlamıyorum. İnsanları özlemeyi çoktan unuttum / bıraktım fakat ya olaylar?
Büyük atılımları, başarısızlık heyecanlarını özlüyorum galiba.
Bir kitapta vardı (Gece gibi geçiyorum - Jonathan Ames); "içimde birbiri
ardına kapanan kapıları duyuyordum" gibi birşeydi laf içimde kapanan kapıları
duyuyorum (işte ben de).
Sana söylemiştim, bunamaktan korkuyorum. Unutmaktan, fark edememekten
korkuyorum, unuttuğumu fark edememekten korkuyorum. Herkese bol miktarda ölüm
var, kimse merak etmesin. Belki de bereketi en bol olan şey bu ölüm. Her ölüme
bir yaşamın denk geliyor oluşu da umut vermiyor değil. İnsan inatçı, devamlı
yaşıyor, doğuyor. Bu savaş, bu inatlaşma da bitecek bir gün (elbet). O zaman
görürüm bizi. Fotoğraf çekiyorum devamlı, anı (hatıra anlamında; an'ı değil)
yakalamaya çalışıyorum. Çocuğuma anısız bir baba olmak istemiyorum. Yaşıyorum
ve bunun ispatını istiyorum. zaman geçmekte... Ben bu mektubumu bitirdiğimde
çoktan yaşlanmış olacağım... sonra bir gün yüzümde bir tebessüm, çiçek açmaya
başlayacağım.

ilk tesadüf
tramvayda oldu.
İkincisi
lokantada.
Üçüncüde düğüm bağlandı nihayet
siyah podüset
bir çantada...
İngiliz kızı mahsus
çantasını yere düşürdü.
Hintli genç mahsus
düşen çantayı gördü:
kaldırarak
verdi kıza...
N.Hikmet

TEKZİPTİR
YAŞAMIMA
B.En.


Muhatabım sen değilsin. Kimi karşıma aldığımı da biliyor değilim. Allah yok,
buraya kadar doğru. Beni şikayet edecek bir merci de yok sanırım. düşünce
fukarılığında n. gün. Ne iyi. Önümde 5 fotoğraf, bir şiir, bir yazı var. bi de
fontlarım. El yazım buysa eğer, bunun fontu yok... Şiirin adı Amerika, Allen
Ginsberg'in, yazı yabancı'dan, A.Camus. tam şu arabı öldürürken (Cure). 5
fotoğrafın 5i de yaşanmış, yanlarında bi fotoğraflık yer var. bi daha düşün!
diyorum / derim kendime. Esnerken bile bir başka oluyor insan. Kabullenmeyi
bildiğim gün, ya da yenildiğimi anladığım gün diyelim, kazanmış olacağım.
Kafka'nın mecazlar üstüne bi yazısı vardır. Mecazda kazanıp gerçekte yenilir
oradaki Samsa, ya da Joseph K., ya da her neyse. herhalde iki saattir
brainstorming yaptığımın farkına varmışsındır. Pardon, saatiniz kaç acaba?..


Kullanılmış aşklar peşinde koşarız kimi zaman... Başkasının artık
ihtiyacının kalmadığı ya da onun bunu bilmediği aşkları, imkansız olanları
isteriz, biliyorum bunu. Neden deriz? Neden bunlar böyle? Ve de asla cevap
veremediğimiz o soru;
ACABA?
...Acabalar üstüne kurulu bir dünyada yaşamak zordur. Ekolojik dengeyi bir
türlü tutturamazsın, hep yabanıl otların olsun istersin de bir süre sonra
onlar da kültür bitkisi olurlar, işte böyle bir şeylerdi zaten asıl demek
istediğim... Böyle birşeyler; kendine iyi bak, hoşçakal.
Ben. Cuma
(Ekimin son cuması.)

----------------------------------------------------------------------------

Muriel
Muriel, since you left town, the clubs closed down
and there is one more burned out
lamppost down on the main street
Down where we used to stroll
and Muriel I still hit all the same old haunts
and you follow me wherever I go
and Muriel I see you on a saturday night
in a penny arcade with your hair tied back
and the diamond twinkle in your eye
is the only wedding ring I'll buy you
Muriel
and Muriel how many times I've left this town
to hide from your memory
and it haunts me
but I only get as far as the next whiskey bar
I buy another cheap cigar and I'll
see you every night
hey Muriel, Muriel
hey buddy got a light

Forward all my mail to
the corner of Park&Beans

Tom Waits


Muriel, sen kasabadan ayrılalı
kulüpler kapandı
ve bir sokak lambası daha söndü
ana caddede
dolanıp durduğumuz yerde
ve Muriel hala eski karabasnlarla
karşılaşıyorum
ve nereye gitsem beniizliyorsun
ve Muriel bir cumartesi gecesi
senigörüyorum
bir pasajda, saçın arkaya toplanmış
ve gözünün o elmas parıltısı
sana alacağım yegane evlilik yüzüğü
Muriel
ve Muriel, kaç kez terketmişsem bu kasabayı
hatırandan saklanmak için
ama en fazla bir sonraki viski barına
ulaşabildim
bi ucuz puro daha alırım ve
her akşam seni görürüm
Hey Muriel, Muriel
hey ahbap, ateşin var mı?

tüm mektuplarımı
Park&Beans'in köşesine yollayın

Tom Bekliyor

Tezer Özlü'ye daha ilk resmini gördüğümde aşık olmuştum. Yazılarını okuyunca
artık ona hissetiklerimi adlandıramıyordum. Öldüğünü - ölmüş olduğunu
(nasılını bilmiyorum) birşekildeilk andan biliyordum. içime yazılmıştı. şimdi
onu özlüyorum ve o resimlerinde tebessüm etmeye devam ediyor. onu özlüyorum...


Fikret Kızılok çalıyor teypte, yana yana... Odam sıcak. Aslında, serin. 4
kuşum var. Muhabbet. İkisi sarı, ikisi mavi. Birini dün apartman boşluğunda
bulduk. Yaşamın tadı buruk da olsa içmeye devam ediyorum. Bazen kapı açılacak
gibi oluyor ama o kadar...


----------------------------------------------------------------------------



bir insana baktığımda çoğu kez ne görürüm bilmem. Bazı zamanlarda arka planda
yağmurun sesi işitilir. Gözlerimin altı ıslanır. Uykusuz gecelerden midir,
yoksa böbreklerim mi az bilinmez, hep mordur gözyaşımın düştüğü yerler...
sizin hiç babanız öldü mü?
diye sorar bir şiirinde Cemal Süreya, gözüne sabun
kaçtığında. Kaçımız çocukluğunda kaç karınca öldürmüştür acaba? Kaçımız ölümle
ne kadar yakın olmuştur kim bilir? Yıldızlar hep uzakta; ay ve güneşi
saymazsak... sizin hiç babanız öldü mü peki? bebek mezarları hep
hüzünlendirmiştir beni. ismi konmadan göçüp giden onlarca cenin, iki iri mavi
göz. Onların mezarı da olmaz hem. Mezarım olsun istemiyorum. yakılmak isterim
ama bunun da yazla bir ilgisi yok zannedersem. tek, ıssız bir adada bebek
olsam / olabilsem keşke. bebekliğimi hatırlamıyorum, sanırsam sen de.
Öğrenmeyi nasıl öğrendim bilemeyeceğim. Viyolonsel çalıyor teypte. Fikret
Kızılok hala devam ediyor. ilk şarkısı - inişlerim, çıkışlarım gibi bir şey.
borges yaşamadı diyorlar, hiç olmamış onlara göre. doğru olabilir... Hem...
hem galiba defne de asla olmadı. Lale'yi incelemiştik zaten... Ne diyorsunuz
siz? Defne hiç varolmadı mı? durun biraz. Işıkları ben uyuduktan sonra
söndürseniz ne güzel. Çocukluğumun küçük imgeleri, Allah Baba, kahramanasker,
güleçyüzlükomser, hepsi bir bir beni terketti. Koca bir yalnızlık var sadece.
İzlenimlerim, diyorum, galiba onları da ben uydurdum. Bu dünyayı, seni, bu
sokağı uydurduğum gibi... Ben çok sık hapşırırım, hani diyorum ki... amaan,
sonra diyorum ki nasıl olmuşsa olmuş, hem bana ne? bunları, bütün bunları,
bu edebi, hayır hayır, EDA'Bİ Mektupları senden çok kendime yazdığımı bilirsin
herhalde. Bunlar bir dereye attığım küçük çakıl taşları. Karanlık bir
odaya/dünyaya hapsedilmişim ve elimdeki yegane şeyler bu kağıtlar ve bir de
mor kalemim. İşim bitince kapıdaki çelik sürgüden atıyorum bunları, artık
kimin eline geçer bilmem. adımı hatırlayamıyorum ama anılarım taze. düşünmekle
varım. Hem de hiç ol(A)madığım kadar. çıldırdığımı düşünmek işime gelmiyor
çünkü bir şeyi 40 defa söylersem olurmuş... hürüm, hürüm, hürüm, hürüm,
hürüm, hürüm, hürüm, hürüm.........................
B.En.

----------------------------------------------------------------------------


o trenden en son kaçımız indi acaba? Seni hatırlıyorum, sonra Bora
var; iniyorsunuz... sonra bir kişi daha var ama onu tam seçemiyorum. ne
düşündüğünü biliyorum ama hayır, yanılıyorsun. O Ben değilim. Ya da o benim
de; birşeyler yitmiş kendimden. Birşeyler kalmış benden, o indiğimiz trenden.
Şu düdük sesleri de olmasa belki daha berrak düşüneceğim ama bir türlü
olmuyor, susmuyor ki. sesler çok garip... görüntüsüz sesler... Ne yani şimdi
de kör mü olduk... o anda birşey çarptı geçti bedenime. eğildim, baktım
çocu(klu)ğumu vurmuşlar da, yerde öylecene yatıyor. sonrasını pek
hatırlamıyorum. Utanıyorum, ama galiba sinir krizi geçirmişim. Utanıyorum.
gece yatağını ıslatmak gibi birşey bu. dün gece tezer özlü'yle sarhoş olduk
masada. Ben bi ara sızar gibi oldum da baktım, o hala öylece duruyordu.
İnsanları ikna etmek hem zor hem de zoruma gidiyor. Bir çocuğum olsun
istiyorum. Ve mümkünse de kız... Üç noktaların iktidarı zaman karşısında. Yine
Cemal Süreya vuruyor başıma. bi de şu şey aklıma geliyor; Edip Cansever'in
"yedi renk birleşip beyaza kestiler" lafı. Ankara eskiden daha güzeldi
herhalde diye düşünmek geliyor içimden. topal Osman'ın milletin meclisinin
gözü önünde, kapısında sallanan cesedinin güzelliği. Evet, Ben Mustafa Kemal'i
sevmiyordum, doğru ama Stalin'i de sevmem. Bakunin mi Alex mi deseler bile
kararım ne olur bilmem. Gökten üç elma düşmüş, biri yemiş, biri saklamış ve
bir masal daha anlatmış:

RESMİN EFSANESİ
Eski İran'da padişah akıllara durgunluk veren muazzam bir saray yaptırmış.
dünyanın dört bir yanından gelen taş ustaları, akik oymacıları, sarraflar
burada toplanıp, saraya girişmişler ve sarayın bir odası hariç her yerini
tamam etmişler. Bu oda şahın en çok duracağı odaymış. Şah, duvarları boyatmak
için dünyanın dört bir yanına haber salmış.
Aylar sonra onca elemeden sonra, hünkarın karşısına iki adam gelmiş.
Bunlardan birincisi yaşadığı çinden başka hiçbir yeri bilmeyen büyük bir
tabiat ressamı Fun-Çi, diğeri ise bütün dünyayı ayaklarının altına değdirmiş,
yunanlı düşünür, filozof, ressam, matematik ve fizikçi Öriklidesmiş. Anlaşmaya
göre oda ipekten bir perde ile ortadan ikiye bölünecek, karşılıklı iki duvarda
iki usta çalışacak, hangisininki daha iyi ise büyük ödülü o alacakmış.
Padişah, Öriklides'e ne zaman bitireceğini sormuş, o da Fun-Çi ne zaman
bitirirse demiş, fun-çi ise üç ay demiş.
Üçüncü ayın sonunda padişah ve saray erkanı en güzel kaftanlarını
giymişler, en gözalıcı silahlarını donanmışlar, ressamların yolunu tutmuşlar.
Önce Fun-çi'ye bakmışlar:

----------------------------------------------------------------------------


Fun-çi onlara parıl parıl renklerin oluşturduğu, her türlü meyvenin, ağacın,
çiçeğin, hayvanın olduğu bir cennet bahçesini yapmış. Herkesin dili tutulmuş
bu güzellik karşısında. Birinciyi herkes daha Öriklides'in eserini görmeden
fun-çi'yi bellemişler. ama yine de ayıp olmasın diye, öriklides'in eserini
saklayan perdeyi kaldırtmışlar... Öriklides'in duvarında da bir önceki duvarın
aynısı varmış, bütün o renkler, böcekler, kuşlar... ama öbürüne ek, insan da
varmış bunda. Hem de hareket eden, çok şık kaftanlar giymiş bir dolu insan.
Bahçeyi adeta gerçeklik mertebesine çıkarıyormuş. Bir aynaymış öriklides'in
yaptığı ve birinci gelen duvarın resmi, ayna...
Michel Tournier- Resmin Efsanesinden aklımda kalanlar.

--------------------------
(...) Tezer Özlü de öldü biliyormusun?.. Dün gece hem de.

Sizin hiç babanız öldü mü?
benim bir kere öldü kör oldum
yıkadılar aldılar götürdüler
babamdan hiç ummazdım bunu kör oldum
siz hiç hamama gittiniz mi?
ben gittim lambanın biri söndü
gözümün biri söndü, kör oldum
tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
şöylelemesine maviydi kör oldum
taşlara gelince hamam taşlarına
taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
taşlarda yüzümün yarısını gördüm
birşey gibiydi birşey gibi kötü
yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

Cemal Süreya.
--------------------------

Yaşam devam ediyorsa şayet,
benim burada işim ne;
n'olur söyle,
okuttular bana
allahın adıyla
üç defa
La... Sol... Fa!
B.En.

9-10.12.1995 arası, türkiye


----------------------------------------------------------------------------

Eda'biyat mektupları'nda üçüncü günde, üç ayı'dan sonuncusu.
...Yine bir şiirinde, ve yine Cemal Süreya "tanrım" der, "tanrım siz şu uzun
Anadolu'yu / çocukluk günlerinizde mi yarattınız?" tanrıyı bilmem de, yani o
beni aşar, hem kim demiş Anadolu'yu tanrının üflediğini? Post-bıyıklı,
pos-moderen bir feylesof günün birinde durur, arkaya yaslanır ve "acaba tanrı
mı insanı yarattı, yoksa insan mı tanrıyı?" sorar. Adı, sözgelimi, nietzsche
olsun diyelim. Sonra (bir kaç 10 yıl) bir çocuk, benim arkadaşım, bu
feylesoftan bağımsız, bir gün defterine "tanrı beni yarattı çünkü ben onu
yarattım" diye yazma cüretinde olsun. Adını Tamer koyalım. Hava kararır. bir
çocuğu annesi çamurla oynuyor diye döver, babasına da şikayet emez...
Cehennem, cennet ve de cinnet geçiren insanlar önce kızamık dökerlermiş,
biliyormuydun, -muydun ayrı-. Unutmadan ayın onu bugün, 10 aralık doksan5.
teleport hala icat edilmedi. Atılgan'ın elemanları yüzeyde ve hala yukarı
ışınlanmayı bekliyorlar ama nafile; film hileleri bile kurtaramaz onları. Bu
eda'bi mektupların, öznesi bile olmak istemem, nesneyi bir yana bırakalım. Hep
böyle olmak zorunda değilsin tabii, sıkılmak, horlamak senin de hakkın. Bir
keresinde, yine günlerden geceydi, bir kız arkadaşımla kalan son paramızla
HARIBO şeker almıştık, ayılı değildi ama ne'li olduğunu hatırlayamam şimdi.
Lambanın altında yemiştik, birbirimize tutuNarak. Lamba dediysem, karanlık bir
sokağın yegane sokak lambasıydı. Sonra o kızcağızı aldılar, beynini suladılar,
filan, falan, o başka... ankara'dan döndüğümden beri bir taziye yaşıyorum,
doğru ama bu da benim yoğurt yiyişim. yolum sizin üniversiteye düşerse bir gün
hatırlat da nargile (elmalı) içeyim, biliyor musun, canım çekti şimdi olsa da
içsem. Kişisel olarak alma konuyu, ben çoktan başladım... neyi? unuttum...
neyi? bilmiyorum... neyi? bilmediğim şeyi.
B.En.

hamiş: en kalın N'yi L bile yapsan, artık farketmez, anlıyor musun?

----------------------------------------------------------------------------

Sonra an geliyor, birden o güne kadar yaptığım bütün sözleşmeleri,
antlaşmaları hatta yazışmaları bile inkar etmek (iptal de olur) geliyor.
istikrarlı mıyım orası tartışılır ama etkileyici olduğu kesin. Ne demek oluyor
şimdi bu? işin yoksa anlat bakalım; anlat onlara... (...) ...beni anlıyorsun
değil mi? Yıllar geçecek, yağmur, çamur, sigara dumanı, kış geçecek bu
mektupların üstünden... (...) anlıyorsun değil mi? çocukluğumuz beraber
geçecek, ağaçlara tırmanmak işten bile değil.(...) anlıyor...sun...değil...mi?

-ve bir gün bakacaksın sema'ya ağlayarak.
(A.Haşim)
Seni çağırdığımda gelmiyorsan eğer:
1.Neden...
2.Niçin...
3.Nasıl...

Öyle bir an gelecek ki ayı, dolunayı seyrederken yanımdaki kızın
kulağına eğileceğim ve... (burası kısık sesle okunacak) "anlıyorsun, değil
mi?" diyeceğim ve artık bağırmama bile gerek kalmayacak. kelimeleri öldürüp
bir bir çiğneyeceğim.

YİNE DE;
Kapıları kaparken hep dikkatli ol. Nedenini sorma, bir gün anlarsın.
Herşeyi anlayacaksın. İçimdeki kapılar açılıp kapanırken terkedeceğim. o zaman
bir sinir krizinde gecenin sessiz bir saatinde bağırarak, belki de hayatımda
ilk defa, ama emin ol, son defa...
(...) öleceğim. elbette biliyorum bunu, seni, kendimi, dört kuşlarımı, üç
ayıyı, resimleri, bütün ihanetlerini, ihanetlerimi, ört-basları,. biliyorum
sanma; galiba yanılsama geçiriyorum. sen... orada mısın?

-karanlıkta biri üç kere öksürür.-
B.En.
-En güzeli hiçbir şeyin/olmayışıydı/galiba-
B.En.

----------------------------------------------------------------------------

ilkeleri belirtilmektedir. Ayrıca ekmek, et, her türlü meyva ve sebzeler ile
diğer tüketim maddelerinin satış koşulları ve narhları saptanmaktadır.
Çağdaş anlamdaki standartlaşma uygulamaları ise Cumhuriyet'in ilanından
sonra başlamıştır. 1920 yıllarının sonunda patlak veren ve tüm dünyayı sarsan
ekonomik bunalım, bütün piyasalarda fiyatların hızla düşmesine ve üstün kalite
düzeyindeki malların bile aşırı ucuzlamasına yol açmıştır. Bu koşulların
sonucu olarak 1930 yılında 1705 sayılı "Ticarette Tağşişin Men'i ve İhracatın
Murakebe ve Korunması Hakkındaki Kanun" hazırlanarak yürülüğe konmuştur. Bu
yasaya göre standartlar, "Nizamnameler" biçiminde hazırlanıp yürürlüğe
konmaktaydı. Buna bağlı olarak ilk Türk Standardı fındık için hazırlanmış ve
21 Kasım 1931 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.


10

----------------------------------------------------------------------------

Emre Sururi
Kişisel Arşiv


Emre Sururi'den 'Eda'bi Mektuplar 1'
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=13
Emre Sururi tarafından, 03/11/2000 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr

epigraf     Bir önceki eser:   Famous Blue Raincoat / Leonard Cohen
<<< -- Rasgele bir eser -- >>>
   Bir sonraki eser:   The Waste Land / Thomas Stearns Eliot