Epigraf, Uzak Ülke projesinin elemanıdır

Oğlan kıza dedi ki: 'Yapabileceğim bir şey var mı?' Yapabileceği milyonlarca şey vardı. Kız teşekkür etti, 'Hayır' dedi, acı çekti bunu derken. | Erhan Sümer

Nereden de Andım Şimdi... / Bilge Karasu


A.K.’ya

bir gün, şey demişti, hatırlarım, kadınlar demişti, hayır hayır, siz kadınlar demişti de alınmıştım, kızmıştım ona, sinirlenme demişti, bağırmak istiyorsun gene besbelli, sus ama sus da dinle, bıktım usandım bu çığırmandan demişti, susmayı o anda sanki neden kabul ettim bilmiyorum, siz kadınlar derken susmayacaktım ya, budalalık ettim, bütün ömrümce ettiğim gibi zaten, bu denli budala olmasaydım, ne babasına varırdım, Allah rahmet eylesin nur içinde yatsın adamcağız, işte beni bir o sevdi, ona da varmadım, varamadım, o hain kaza aldı onu elimden, budala olmasaydım ne Reşit’e varırdım yani ne de, şey, yani Reşit’e varmazdım o olmasaydı arada, kimbilir ne de iyi olurdum, yok belki de daha kötü olurdum ya, işte onun yüzünden, onu sevdiğimden, ona deli gibi, daha doğumundan çok önce karnımı tekmelerken deli gibi bağlanmıştım, onun için börekçiye varmağı kabul ettim ya zaten bir de beni sustursun, susturmağa kalksın, beni sevdiği, beni sevmemesine imkan olmadığı halde, beni sevmemesine imkan olmadığını bildiğim halde, hayatında onu benden çok sevecek, sevebilecek bir kadın, hatta bir erkek bulamayacağını bildiği halde, beni üzerdi, susturmağa kalkardı, o gün nasıl sustum nasıl kovmadım yanımdan nasıl atmadım kendimi denize, siz kadınlar desin bana, siz kadınlar, sanki ben öteki kadınlardanmışım gibi, siz kadınlar birşeye bağlanınca kusurları mil olup gözünüze çekilse gene de görmezsiniz desin, görmezsiniz körsünüz çünkü desin, ben kusurlarını görmüyormuşum, ben kusurlarını görmüyor muydum sanki, bağrıma taş basıp bir şeycikler demeden günümü zehir gecemi gündüz etmiyor muydum, susuyordum gene, susuyordum da bir şeycikler söylemiyordum, kusurunu görmediğim için mi, görmezden geliyordum tabii, biliyordu üstelik o da, sonra kalksın görmezden geliyorsunuz demiyorum görmüyorsunuz desin, sizde onu görecek göz olsaydı kadınlığınız kadınlık olmazdı çünkü desin, onu karnında taşımış onun uğruna her şeye katlanmış olan anasına kadın desin, kadınım tabii kadınım ama onun için değil onun gözünde kadın olmamalıydım, zaten o karnımda kıvılcımlandıktan sonra kadınlığım mı kaldı ki, görmüyorsunuz körsünüz çünkü desin, evet, geçmiş gün, geçti hepsi, gitti benden uzaklaştı uzaklar girdi aramıza vücutlarımızın odalarımızın yemeklerimizin ısınmalarımızın arasına, benden başka kimsesi benim ondan başka kimsem olmadığı halde, aynı evde oturuyor yatıp kalkıyor göründüğümüz halde, uzaklaştı benden sonra bir gün geldi çattı geldi yanıma yollarımız yeniden kesişti, batacağını anladıkları bir gemiyi farelerin bırakıp kaçtığını anlatırlar onun gibi herkes de onu bırakmış anlaşılan, yapayalnız kalınca gene ben aklına geldim, belki de hastalanacağını anladı, yavrum bana döndü, sahi bunu hiç düşünmemiştim şimdiye değin, bana döner dönmez, beni görür görmez hastalandığını sanmıştım, bana dönmeye mecbur olmağa dayanamadı sanmıştım, beni çekemiyor sanmıştım, hiç mi hiç aklıma gelmedi, bağışla beni Tanrım bağışla oğlumun günahına girmişim, bilmem belki de yanılıyorum ama yok hayır eminim eminim hastalanacağını bildiği hastalanacağını sezdiği için döndü bana, ben de alındığımı göstermeye çalışmıştım, suç benim günah benim, Tanrım bağışla beni, seni çok unuttum kadınlığıma kapıldım gözlerim körlenmişti görmüyordum görmem görebilmem gereken şeyleri, haklıydı belki de, haklıydı o da ama,
bağışla beni Tanrım, gene de bana döner dönmez hastalandığı aklımdan çıkmıyor, hastalık diyorum kendi kendime söylenirken bile, hastalık kelimesinden başka bir şey geçirmek bile istemiyorum aklımdan oysa hastalık olmasına hastalıktı ama, aklı karıştı oğlumun,çıldırdı, sokağa çıkmak istemiyordu öldürecekler beni diyordu duymuyor musunuz diyordu sesleri gürültüyü savaş var dışarda Tanrı dünyayı cezalandırıyor cezalandırmak için şeytanı saldı yeryüzüne bütün erkekler ölecek ölmek istemiyorum yalnız gebe kadınlar kurtulacak onlar çocuk doğuracak hepsi iyi kadın değil onların hepsi iyi kadın değil ama çocukları iyi olmalı o çocuklar şeytanı yenecekler Tanrıya giden yolu yeniden bulacaklar Tanrının istediği gibi adamlar olabilecekler kadınlar ölmeyecek, Tanrım nasıl da hala kulaklarımda çınlıyor sözleri, şimdi kulağımın dibinde bir daha söylüyormuş gibi, sonra sonra top tüfek sesleri eskisi gibi gelmez oldu, daha rahattı tedirginliği kalmamıştı, Tanrım diyordu artık seni çocuklardan başka kimse bulamaz dünyanın kiri gözüne kaçmamış çocuklardan başka kimse ulaşamaz sana, o zamanlar evde dolaşıyordu artık, yatırmıyorduk, ama eve bir yabancı gelir gelmez, kapının çalındığını duyar duymaz odasına kaçar kapısını kitler sürgüler otururdu, öyle zamanlarda içime korku düşer kapıyı vursam nasıl olsa cevap vermeyeceğini bilirdim zaten sonra kızıp da bir şey yapmasından korkardım gider anahtar deliğinden bakardım ona, odanın bir köşesine sığınmış otururdu, yere otururdu, iyileşeceğinden umudu kesmiştim, bağışla beni Tanrım, senden bile umudu kesmiştim, bağışla beni bağışla beni
daha sonra bir gözlük lafı tutturduydu gözlük gördüğü yerde saldırıyordu, kör gözlere gözlük zaten yaramaz diyordu, sonra bir gün kendi gözlüğünü istedi, kırdın oğlum demiştim de hatırlamadı, nasıl kırdım anneciğim dedi, iyileştiğini o zaman anladım, şükrettim sana Tanrım; beni gene kaldırmıştın elimden tutup, secde ettim Tanrım, bağışla beni bağışla beni
benden artık nefret etmediğini görünce sevinçten ne yapacağımı bilmez oldum, körmüşüm meğer, gerçekten körmüşüm görememişim benden nefret etmediğini, hastalık gelecekti ona hastalık gelecekti, ondandı bu halleri, bana döner dönmez kavga etmeğe başlamıştı gene, anacığım diyor sonra gene de kavga ediyordu, hastalandı sonra, iyileşti de, ama sonra benden gene ayrıldı, aramıza beş sokak girdi bu kez beş sokak otuzdokuz kapı, geliyor ben de ona gidiyorum ama eve dönmek istemiyor eve gelince zaten odasının kapısına bile yaklaşmıyor, deliliği sanki o odaya kapanmış bekliyormuş gibi onu, korkuyor odadan kapısından bile korkuyor ama ne olursa olsun rahat şimdi, odasına kapanıp yazıyor okuyor, çalışıyor da, her ay gelip anneciğim senin paran diyor bırakıyor bir şeyler bana da, memnunum memnunum öyle olduğuna, parayı bırakıyor çok oturmuyor beni ne zaman gelip göreceksin diye soruyor, söylüyorum yüzü gülerek ayrılıyor, sık sık gidince sıkılmasından çekiniyorum gene de arıyor beni geciktiği zamanlar, Tanrım ne olurdu sanki ne olurdu gene dönse evine, ona başka bir oda verirdim, ev benim nasıl olsa Reşit’ten gördüğüm en büyük iyilik bu, geçinecek kadar para getiriyor bu ev, Allah rahmet eylesin Reşit bana çok iyilik etti günahına giriyorum doğrusu ama hayatımın bütün yükünü de ondan biliyorum, neyse Reşit’in sırası değil,
şimdi bana gelmek istemiyor, bekliyorum ama, umuyorum, bir gün gelecek her şeyden usanacak bezecek öyle gelecek bana, bezginlik içinde gelecek ama artık hasta olmayacak, Tanrım bağışlayacak onu bana, bezginlik içinde gelecek ama kucağım açık, onu nasıl beklediğimi biliyor biliyor biliyor,
nereden de andım şimdi o günü, gene de unutamıyorum o gün söylediklerini, hem kimin yüzünden de kavgaya tutuşmuştuk şimdi hatırladım, bir arkadaşı yüzündendi, ciğeri beş para etmez bir arkadaşını bana yeğ tutuyordu o zamanlar, şimdi de öyle belki ama sevdiği insanları artık gelip bana anlatmıyor, artık kıskanmadığımı sanıyor da onun için olacak, yaptıklarını teker teker kafama vurmuyor artık, bir zamanlar öyle yapardı ya, artık kıskanmaktan vazgeçtiğimi sanıyor, oysa ben ben ben hala kıskanıyorum onu, dostlarından sevdiklerinden benim sevgimi paylaşanlardan nasıl kıskanmam onu, ama kıskandığımı ona ne zaman belli ettim ki, iyiliği için söyledim ne söyledimse, nasıl razı gelirdim olur olmaz adamlara tutulmasına sevmesine, içlerinde ya bir kişi ya da iki kişi beğenebildim, zaten hepsi onu yalnız bırakmadılar mı, hastalandığı zaman biri bile gelip yokladı mı ki, zaten onlar hiçbir zaman sevmediler onu, o sevdi yandı uykuları kaçtı elinden geleni yaptı onlar için gecesini gündüzünü haram etti onların varlığı uğruna, yanında olmaları yetiyordu, sevilmeği istemedi ki hiç, bunun da mı farkında değildim sanki, ama şimdi bir şey söylemiyor artık, erinç diyor arada bir gülümsüyor, sevilmeği de bir öğrense,
kıskanıyorsun diyordu o zamanlar, kıskanıyorsun ayıp sana diyordu, oysa kıskandığımı kendime bile açmıyordum o zamanlar, nasıl da söyleyebilmişti o sözleri, siz kadınlar diye, kusurumuz buymuş, evet sevdiğimiz insanın kusuru olsun istemeyiz, kusuru varsa görmezden geliriz, ama hayır körmüşüz de ondan görmezmişiz, hayır demiştim zaten o gün, bir kadının gözü on erkek gözünden daha iyi görür hakikatleri demiştim, inanmadıydı, anlamadıydı, dinlemiyordu zaten beni o zamanlar, hoş ne zaman dinlemek istedi sanki, hep kendisi konuşurdu, ben de ağzımı açıp bir şey söylemeye kalktım mı hemen susturmak isterdi, ben de sözümü sakınmazdım tabii, doğruyu söylüyorum da onun için kızıyor susturmağa kalkıyorsun deyince büsbütün köpürür, ağzına geleni söylemeğe başlar ikimizin de günü zehir olurdu onun yüzünden, oysa ne zaman eğriyi söyledim ona ben, ne zaman olmayacak bir şey söyledim, ama hakikatin söylenmesini sevmezdi besbelli, hep yalan söylememi istediler, bütün ömrümce bütün ömrümce,
önce babasıyla bir yalan hayatı yaşadık, onun bu yalan hayatı öğrenmemesine hiç duymamasına nasıl da dikkat ettim, kimselerle görüştürmek bile istemezdim bana kalsa, ama babası, adamcağız gerçekten de babalık etti ona, onu ne kadar da severdi, Müşfik de Müşfik de az buçuk sayardı onu ama hiçbir zaman gönlünü almak için de olsa yüzüne gülmedi babacığım demedi, biliyormuşçasına ama bilmesine de imkan yoktu nereden bilenilirdi, sonradan hastalandığında boyuna böyle bir şeyler söyledi durdu, ama aldırmadım, hem sahi az önce bu söyledikleri aklıma gelmemişti, ben de unuttum demek, bilemezdi ama kurutulu bir çocuktu zaten, babası babası bambaşka bir adamdı çok severdi beni, o da Reşit de hiçbir zaman yanlış söylüyorsun demediler, birbirimize kırıldığımız günler olduğu halde, yanlış söylemektense sustuğumu bilirdi Reşit, bir şey söyleyince de doğru olduğunu anlardı sen daha iyi bilirsin derdi, Müşfik, benim oğlum, bana böyle bir şey söylemek istemedi hiç, ona sorsan benim her söylediğim eğri her dediğim yanlış olurdu, neyse ama, o gün Tanrım beni sınamak istedi galiba, oğluma böyle bir söz ettirdi,
sanki buna ne diye böyle takıldım, bilmem aklıma geldi şimdi, ki siz kadınlar körsünüz bir adamı sevdiniz mi en ufak kusurunu bile görmezsiniz de, yok en ufak kusuru dememişti, şey demişti, hiçbir kusurunu görmezsiniz de en ufak bir suç işlemeyegörsün size karşı, evet öyle demişti, size karşı o zaman gözünüze bir başka perde iner, ağzıyla kuş tutsa da dünyanın en kötü kişisi olur demişti, yalan da değil, bir insan iyiyse iyi kötüyse kötüdür, bir insanın kalbini kıran adamdan hayır mı gelir, o benim kalbimi çok kırdı ama oğlum tabii, ne yaparsa hoş göreceğim ne yaparsa bağışlayacağım, onu gene eskisi gibi seveceğim, hiç yapmasa işlemese daha iyi olur tabii, ama hangi oğul anasının kalbini kırmaz hele ana oğlunu benim gibi seven bir ana ise, ama oğlunu benim sevdiğim kadar seven bir ana bulunur mu kolay kolay, hangi ana benim kadar feda etti, hangi ana gençliğini bir kalemde sildi oğlu için, ah nereden de aklıma girdi bunlar, uykum kaçtı, nereden de aklıma geldi gecenin ortasında, yatağımda hala onun için dört döndüğümü uykularımın kaçtığını bilir mi, bilse de anlar mı sanki, kızar belki de ama yok kızmaz artık kızamaz, sevilmeği öğrendi belki de, sevilmenin erincini öğrendiğini sanıyorum, daha geçen gün dalmıştık ikimiz de, dalıp gitmiştik, birden yekindi, Tanrıya giden tek yol aşktan geçer anne dedi, ikimiz de bunu aradık ömrümüz boyunca, sen bulamadın ama ben buldum, tek bir insanın aşkını yemeği içmeği uyumağı Tanrıya içyükünü minnet borcu diye sunmağı sen aradın sonunda ben buldum dedi, sevilmeği öğrenmeyen insan bunu böyle söyler mi,
ama sevilmeği artık biliyorsa bile anlamaz gene istemez gene uykularımın onun yüzünden kaçtığını, anacığım nur içinde yatsın, neden girdi rüyama, bir şey mi olacak gene, duruyordum, evimizin denize bakan penceleri çoktu ama ben bir tanesini pek severdim, Hisar’dan Arnavutköyü’ne kadar her yeri görürdüm sedire oturduğum zaman, kucağımda Müşfik vardı, emziriyordum, südümü emerken her zaman yaptığı gibi zevkten homurdanıyor, boğulacak diye korktuğum halde mememi ağzından çekemiyordum, gözleri kayıyordu, süzülüyor kısılıyor kapanıyordu her yutkunuşunda, bakmağa doyamıyordum, yavrusunu göremeyen babasını düşünüyor ağlıyordum, Reşit yokmuş daha ortalarda evlenmemişmişim daha onunla, odada yapayalnızdım, karşıdan vapurlar geçiyordu, bizim yalının önünden az vapur geçerdi, birden bir vapur belirdi rıhtımın önünde, düdüğünğ öttürdü, ölümmüş o gemi, yavrumu almaya gelmişmiş, Müşfik hala mememi bırakmıyordu, onu sıkı sıkı tutuyordum, vapur düdüğünü bir daha öttürdükten sonra birden ilerledi, öteki pencereden baktığım zaman göremedim, sonra odanın kapısı açıldı, annem girdi içeri, birden ürktüm, Müşfik’i mememin üzerinde sıkıp duruyordum, annem anneciğim o bembeyaz yüzüyle incecik ışıyan kar aklığında saçlarıyla kapkara elbisesiyle anneciğim yanıma geldi, korkma yavrum dedi yavrunu kimse alamaz elinden, bir kadın oğlunu kime kaptırdı ki şimdiye değin, ben böyle bir şey duymadım, kadın ölür ama yavrusunu vermez, sonra yüzüne baktı, bu çocuk doymuş dedi görmüyor musun, neden hala meme veriyorsun, uykusu gelmiş uyuyacak artık, ver onu bana, annemin yüzüne baktım, tatlı yüzlü anneciğim değildi karşımdaki kadın, yabancı kötü yüzlü çocuğumu hile ile elimden almak isteyen biriydi, Müşfik’in gözleri kapalıydı ama zevkinden yummuştu onları, doymamıştı daha, emiyordu, südün kemiklerimden sıyrılarak mememe indiğini duyuyordum, nasıl bırakabilirdim, bir kadın çocuğunu kimseye vermez kimseye kaptırmaz ölse de çocuğunu korur diyen sen değil miydin dedim, o zaman kadın güldü, kendimi birdenbire bir kırda buldum, kadın g,lerek arkamdan koşuyor ben kaçıyordum, Müşfik hala kucağımda memesini emiyordu, süt gelmiyordu artık, oğlum ağlamaya başladı, ben kaçıyordum o kadın kovalıyordu, oğlumun ağlamasıyla kadının gülmesi birbirine karıştı, o zaman uzakta annemi gördüm, kollarını açmıştı, bana gel koş yoruldu o kesildi artık yetişemeyecek sana diyordu, soluk soluğa tepeye tırmanıyordum, kadın çok aşağıda kalmıştı, neredeyse annemin kucağına atılacaktım. Müşfik durmadan ağlıyordu, anne südüm kesildi dedim, annem başını salladı, tam yetişecektim, kayboldu yitti birden sır oldu, Müşfik sustu, mememi ısırdı, başını çevirdi sonra, uyandım, ter içindeyim, uykum kaçtı, Müşfik başını çevirdiği zaman gözleriyle bana sanki sen kusurlu bir annesin, südün kesildi, bir annenin südü korkudan kesilir mi diyordu, ben ne kusur ettim, ne zaman bir dediğini iki ettim, o insanlarla düşüp kalkma dediğim zamanlar mı kusur ediyordum, Müşfik onları eve getirdiği zaman ağzımı açıp bir şey dedim mi hiç, ama kaba kötü çocuklardı, onları o seviyordu ama ben her zaman onların kusurlarını görürdüm, onun için mi kusurlu oluyor kadınlar, doğruyu söyledikleri için mi, ah biraz uyusam, yarın gidip görmeliyim onu, saçını okşamalıyım öpmeliyim her kusurnu hoşgörmeliyim bağışlamalıyım, Tanrım bağışla beni, kadınsam ana değil miyim?
ona, onun hatırı için arkadaşlarına masallar anlatırdım bir zamanlar, bir kez ona darılmıştım dört yaşlarındaydı evde bırakıp çıkıyordum arkamdan bakıyordu göz ucuyla görüyordum ağlayacakmışçasına yüzünü buruşturdu sonra birden yüzüne korkunç bir umutsuzluk geldi sen beni bırakıp gidersen ben de arabı çağırırım gelsin beni yesin derim demişti, ne olurdu ne olurdu şimdi de aynı şeyi söylese şimdi de anne bir masal anlatsan a dese, ne olurdu?




Bilge Karasu
Troya'da Ölüm Vardı


Bilge Karasu'nun Troya'da Ölüm Vardı romanından bir bölüm
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=1090
Olgu Aytaç tarafından, 26/01/2003 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr

epigraf     Bir önceki eser:   Kadere ve Gönlüme Dair / Turgut Uyar
<<< -- Rasgele bir eser -- >>>
   Bir sonraki eser:   Dönenen Bir / Bilge Karasu