Epigraf, Uzak Ülke projesinin elemanıdır

İlkin pencere ölecek, akabinde ben. | Emre Sururi, Eda'bi Mektuplar

Seni Seviyorum / Julian Barnes


"Seni seviyorum." Önce bu sözcükleri bir rafa kaldırmalıyız;
dirseğimizle kırmak zorunda kalacağımız bir camın arkasındaki bir kutuya; bir
bankaya koymalıyız. Onları bir tüp C vitamini hapı gibi ortalarda
bırakmamalıyız. Bu sözler dilimize çok kolay gelirse düşünmeden
kullanabiliriz; dayanamayız. Söylemeyiz deriz ama söyleriz. Sarhoş oluruz ya
da yalnızlık hissederiz, ya da büyük ihtimale, düpedüz umutlanarak, bir de
bakarız o sözleri sarf etmişiz, kullanmışız, kirletmişiz. Kendimizi aşık olmuş
ve uygun düşüp düşmeyeceğini sınamak için kullandık sanırız. Söylediklerimizi
kulağımız duyana kadar ne düşündüğümüzü nasıl bilebiliriz? Bırak bunları;
geçerli değil. Bunlar büyük sözlerdir; onları hak ettiğimizden emin olmalıyız.
Onları bir kez daha duy: "Seni seviyorum."(I love you). Özne, fiil, nesne.
Özne sevenin kendini ifade eden kısa bir sözcük. Nesne de özne gibi kısa ve
dudakları öpmek için gibi uzatarak söylenen bir söcük. "I love you." Ne ciddi,
ne ağırlıklı, ne yüklü geliyor kulağa.

Sanıyorum dünya dilleri arasında ses uyumu açısından gizli bir anlaşma
var. Sanki toplanmışlar ve bu cümlenin kazanılması gereken, ulaşılmak istenen,
layık olunacak olağanüstü bir şey tınısı vermesini kararlaştırmışlar. Ich
liebe dich: bir gece yarısı, sigara sesli o fısıltı ve özne ile nesnenin mutlu
kafiyesi. Je t'aime: değişik bir yöntem; önce özne ile nesne aradan
çıkarılıyor ki o hayranlık ifade eden uzun ünlü harfin dibine kadar tadına
varılsın. (Gramer de bir güven unsuru: nesne ikinci sıraya alınarak sevilenin
birden başka biri olarak karşımıza çıkması engelleniyor.) Yatebya lyubulu:
nesne yine teselli edici ikinci sırada, ama bu kez -özne ile nesnenin ses
uyumu göstermesine rağmen- bir zorluk, aşılması gereken bir engel ima
ediliyor. Ti amo: belki biraz fazlaca bir aperatif adına benziyor, ama özne
ile fiil -eden ile edilen- aynı sözcükte birleştiğinden yapısal güven dolu.

Bu amatör yaklaşımı bağışlayın. Projeyi memnuyietle kendini insanların
bilgi hazinesini arttırmaya adamış bir yardım kurumuna devredebilirim. Onlar
bu ibareyi dünyanın bütün dillerinde incelemek, farklılıkların neler olduğunu
saptamak, onları duyanların üzerinde ne etki yaptığını öğrenmek, hissedilen
mutluluk derecesinin ibarenin zenginliği ile orantılı olarak değişip
değişmediğini anlamak için bir araştırma komitesi kursunlar. Benden bir soru:
acaba dillerinde seni seviyorum ibaresi bulunmayan kavimler var mıdır? Ya da
hepsi ölmüşler midir?

Biz bu sözleri camın arkasındaki kutuda saklamalıyız. Onları kutudan
çıkardığımızda çok dikkatli olmalıyız. Erkekler bir kadını yatağa atabilmek
için "Seni seviyorum", kadınlar erkeği evliliğe zorlamak için "Seni seviyorum
diyebilirler; her ikisi de korkuyu yatıştırmak, kendilerini eyleme sözcüklerle
ikna etmek, vaat edilen koşulların gerçekleştiğine kendilerini inandırmak,
aşkın henüz bitmediği konusunda kendilerini anlatmak için aynı ibareyi
kullanırlar. Bu tür kullanımlara karşı tedbirli olmalıyız. Seni seviyorum
dünyaya açılmamalı, bozuk para ya da hisse senedi gibi kullanılmamalı, bize
kar getirmemelidir. Ama bu değerli cümle olmayan saçların yukarı kaldırıldığı
çıplak bir boyuna fısıldanmak için saklanmalıdır.

Şu anda ondan uzağım; belki de tahmin ettiniz. Transatlantik telefon
alaycı ve daha-önce-de-duydum türünden bir yansıma yapıyor. "Seni seviyorum";
ve o dahayanıt vermeden kendi metalik sesimin yanıtını duyuyorum: "Seni
seviyorum." Bu beni tatmin etmiyor; yansıyan sözcükler herkes tarafından
duyulur. Yeniden deniyorum; aynı sonuç. Seni seviyorum, seni seviyorum - bu
sözler çılgın bir ay süresince liste başı olan, sonra saçları yağlı, sesleri
özlem dolu bodur rock şarkıcılarının ön sırada oturan ve sallanan kızları
baştan çıkarmak için kullandıkları cırtlak bir şarkı haline dönüşüyor. Baş
gitar kıkırdarken ve bateristin dili açık, ıslak ağzından sarkarken seni
seviyorum, seni seviyorum.

Aşk konusunda, aşk dilinde ve hareketlerinde tam doğruyu bilmeliyiz.
Hayatımız buna bağlı ise, ölüme bakmayı öğrenmemiz kadar açıkça bakmalıyız
aşka. Aşk okulda öğretilmeli mi? Birinci sömestr: arkadaşlık; ikinci sömestr:
şefkat; üçüncü sömestr: ihtiras. Neden olmasın? Çocuklara yemek pişirmesini,
araba tamirini ve gebe kalmadan nasıl birbirleriyle sevişeceklerini
öğretiyorlar; ve biz, çocukların bu konuda bizden daha iyi olduğunu farz
ediyoruz, ama eğer aşkı bilmiyorlarsa bunların onlara ne yararı olabilir? Bu
konuda kendi başlarına bata çıka ilerlemelerini bekliyoruz. Ve, anlamadığımız
her şey için sorumlu tuttuğumuz Doğa, otomatiğe bağlandığı zaman o denli iyi
işlemiyor. Evliliğe kaydedilen saf bakireler ışık söndürüldükten sonra Doğanın
tüm yanıtları bilmediğini keşfetmişlerdir. Saf bakirelere aşkın vaat edilen
cennet, bir çiftin içinde Tufandan kurtulabileceği bir gemi olduğu
söylenmiştir. İçinde bol vahşi hayvan bulunan; kaptanlığını, başınıza gofer
ağacından yapılmış çomakla vuran ve her an sizi küpeşteden denize
fırlatabilecek deli bir kır sakallının yaptığı bir gemi.

Baştan alalım. Aşk insanı mutlu eder mi? Hayır. Aşk sevdiğiniz insana
mutluluk verir mi? Hayır. Her şeye kadir midir? Gerçekten hayır. Ben de
bunlara inanıyordum, elbet. Kim inanmıyordu ki (ruhun alt katlarında hala
inananlar yok mu)? Bütün kitaplarımızda, filmlerimizde var; aşk binlerce
öykünün gün batımıdır. Eğer her şeyi çözümlemezse, aşk neye yarar? Bütün
hayallerimizin gücünden şunu çıkarabiliriz ki, aşk bir kez elde edildi mi,
günlük acıyı hafifletir ve kolay bir uyuşturucu etkisi yapar.

Bir çift birbirini sever, fakat mutlu değildir. Bundan ne sonuç
çıkarırız? Birinin öbürünü gerçekten sevmediğini mi, yoksa bir birbirlerini
yeteri kadar sevmediklerini mi? Ben buna GERÇEKTEN karşı çıkıyorum. Ben
hayatımda iki kez sevdim (bu da bana çok gibi geliyor), bir kez mutlu, bir kez
mutsuz. Bana aşkın ne olduğunu öğreten mutsuz aşk oldu -o zaman değil, yıllar
geçtikten sonra. Tarihler ve ayrıntılar -onları istediğin gibi doldur. Ama
aşıktım ve uzun bir süre, yıllarca sevdim. İlk önceleri şımarıkçasına
mutluydum, kendimden başka hiçbir şeyin varolmadığı inancının keyfiyle
hoyrattım; ama çoğu zaman şaşılacak kadar, içim içimi kemirecek kadar
mutsuzdum. Onu yeterince sevmedim mi? Sevdiğimi biliyorum -onun için
geleceğimin yarısından vazgeçmiştim. O beni yeterince sevmedi mi? Sevdiğini
biliyorum -benim için geçmişinin yarısından vazgeçmişti. Beraberce
keşfettiğimiz denklemde yanlış olan nedir diye kendimizi yiyerek yıllarca yan
yana yaşadık. Karşılıklı sevgi mutluluk sonucu vermedi, ama biz verdi diye
ısrar ettik.

Daha sonra aşk hakkında neye inandığıma karar verdim. Biz aşkı aktif
bir güç olarak düşünüyoruz. Benim aşkım onu mutlu "ediyor"; onun aşkı beni
mutlu "ediyor"; bunun neresi yanlış olabilir? Oysa yanlış; böyle bir denklem
yapay bir kavramcı model akla getiriyor. Ona göre aşk herşeyi değiştiren,
dolaşmış bir düğümü çözen, hokkabazın şapkasını mendillerle dolduran, havaya
güvercinler uçuşturan bir peri değneğidir. Ama modelin kaynağı büyü değil,
atom fiziğidir. Benim sevgim onu mutlu etmiyor, edemiyor; benim sevgim sadece
ondaki mutlu olma yeteneğini ortaya çıkarıyor. Ve böylece her şey daha bir
anlaşılır oluyor. Nasıl olur da ben onu mutlu edemem, nasıl olur da o beni
mutlu edemez? Basit: beklediğimiz atomik tepki oluşmuyor, atom zerrelerini
bombardıman etmek için kullandığınız ışın başka bir frekansta çalışıyor.

Ama aşk bir atom bombası değildir, onun için daha sade bir kıyaslama
yapalım. Ben bunları Michigan'daki bir arkadaşımın evinde yazıyorum. Amerikan
teknolojisinin yarattığı, mutluluk makinesi dışında her türlü alet ve edevatın
bulunduğu tipik bir Amerikan evi. Arkadaşım dün beni Detroit havaalanından
arabayla getirdi. Evin kapısına yaklaşırken torpido gözüne uzanıp uzaktan
kumanda aletini çıkardı; usta bir dokunuş ve garaj kapıları yukarı doğru
sarıldı. İşte benim önerdiğim model: Eve geliyorsun -ya da geldiğini
sanıyorsun- garajın önünde her zamanki büyünü kullanmayı deniyorsun. Hiçbir
şey olmuyor. Önce şaşkın, sonra endişeli, en sonunda kızgın bir inanamazlıkla,
arabanın motoru çalışırken kapının önünde duruyorsun; orada haftalarca,
aylarca, yıllarca, kapıların açılmasını bekliyorsun. Ama yanlış arabadasın,
yanlış kapı önündesin, yanlış evin dışındasın. Sorunlardan biri de şudur;
yürek yürek biçiminde değildir.


Kitabın Hande Tekin tarafından Mizan Dergisi'nde yayınlanan tanıtımı

Julian Barnes
10.5 Bölümde Dünya Tarihi, Afa Yayınları


Julian Barnes'tan 'Seni Seviyorum' üzerine
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=338
Emre Sururi tarafından, 15/02/2001 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr

epigraf     Bir önceki eser:   Otostopçu / Jim Morrison
<<< -- Rasgele bir eser -- >>>
   Bir sonraki eser:   Aforizmalar / Franz Kafka