Epigraf, Uzak Ülke projesinin elemanıdır

ve ben büyüdüm bir gece. | Emre Sururi, Eda'bi Mektuplar

Değerlendirmeler Üzerine Bir Deneme / Doğan Özkan


"Il Nome della Rosa Gülün Adı'dır."

Semiolog Umberto Eco, Il Nome della Rosa adlı "Romanını": "Bu elyazmasını kime
bıraktığımı bilmiyorum, neye ilişkin olduğunu da bilmiyorum. Stat rosa
pristina nomine, nomine duda tenemus (Adıyla bir zamanlar gül olan, salt adlar
kalır elimizde.)"(1) tümcesiyle noktalar. Yanılmıyorsam, oylumlu kitapta
"rosa" sözcüğü başlık dışında bir tek bu son tümcede yer alır, özenle, yanlış
bir imleye, çağrışıma yol açmamak için.

Sayın Gül Işık da (Prof. Dr.) sayın Berke Vardar (Prof. Dr.) ile birlikte;
İtalyan göstergebilimci Paola Fabbri ile "Gülün Adı" üzerine yaptıkları
söyleşide (2) yukarıdaki Latince cümleyi imleyerek; "Roman Gülün Adı ile
başlıyor ve bu son tümce ile kapanıyor, demek ki göstergebilimsel evren bir
başlangıç ve bitiş noktasıyla belirtilmiş oluyor. Bu son tümce nasıl
yorumlanabilir?" diye soruyor. Paola Fabbri ise: "Sanırım, Eco Gülün Adı
konusunda hiçbir açıklamada bulunmadı, bulunmak istemedi. Açıklamamak da daha
yerinde olur," şeklinde yanıtlamakta ve "Ortaçağ bizimkinden son derece
değişik ve uzak bir sistem, gerçeklik ilkelerinin altüst oluşunu düşünmek
yeter. Tanrı'ya daha yakın olan bütün şeyler daha soyutturlar, yani daha
"gerçek"tirler; Tanrı'ya daha uzak olan bütün şeyler daha somutturlar, yani
daha az "gerçek"tirler. Böyle bir kuram söz konusu olduğunda, gül, gerçek gül,
adına daha yakındır," diye eklemektedir.

Sayın Vardar söyleşiye katılıyor; "Çalışmada Adcılık ilkesi var, aynı zamanda
göstergenin nedensizliği üzerine bazı düşünceler de var..." P. Fabbri ise
"...Borges'in Platoncu'luğunun değil. Borges'in Schopenhauer'culuğunun
etkisini duyuyoruz; gerçek dediğimiz şey binbir gerçekleşme olasılığından
yalnız bir tanesidir," diye yanıtlıyor.

Gülün Adı'nın Türkçe çevirisinin önsözünde Şadan Karadeniz Eco'nun romanının
adıyla ilgili bazı sofistikasyonlara yer vermektedir. "Eco, bir romanın adının
yorumsal bir anahtar olduğunu, oysa romanın "yorumlar üreten bir makine"
olduğunu, ama ille de bir romanın bir adı olması gerektiğini belirterek,...
Gülün Adına gelince Eco bu adı, kendisine on ikinci yüzyılda yaşamış bir
Benedikten olan Benardo Morliacense'nin "De Contemptu Mundi"sinin bir
dizesinden esinlendiğini, salt bir rastlantı sonucu bulduğu bu adı niçin
seçtiğini şu sözcüklerle dile getiriyor: "çünkü gül simgesel bir şeydir ve
öylesine anlamlarla yüklüdür ki, neredeyse hiçbir anlamı yoktur: gizemlidir
gül ve bir gül, güllerin yaşantılarını yaşamıştır; bir gül bir güldür, bir gül
bir güldür, bir gül bir güldür." (3)

Bir anlamda romanın adının Gülün Adı olması; sayın Vardar'ın değindiği
göstergenin nedensizliği aracılığı ile romanı güdümsüz kılmakta ve okuyucuya
zengin bir çağrışım hazinesi sunmakta gibidir. Ama Paola Fabbri ile yapılan
söyleşide sayın Işık, sözü Vardar'ın bıraktığı yerden almakta ve "...Eco'nun
hiçbir şeyi, anlatı denen `olası evrenin' bir öğesini bile rastlantıya
bırakacağını sanmıyorum" demektedir.

Zadig'den bu yana "Il n'y a point de hazard" (4) bilinir. Eco, yorumlar üreten
aygıtının adına duyulan merakı biraz daha körüklemek istercesine: Gülün Adı
üzerine yayınladığı "Setti Anni di Deriderio" (5) isimli kendi kendisiyle
söyleşisinin 11. sorusu olan "neden `Gülün Adı' başlığını seçtiniz?" sorusunu,
"Pinocchio başlığı daha önce kullanılmıştı da ondan," diye yanıtlar. Eco gibi
kıvrak bir zekanın çağrışımları bol, çağrışımlarının bolluğu ölçüsünde nötr
bir sembole gönderme yaparak, simgenin nedensiz göstergeye dönüştüğü (6),
bulanık bir alana ilgiyi çekmek istediği, diğer yandan da romanın yorumunun
anahtarının bu bulanıklıkta gizli olduğunu vurgulamak istediği kesin gibi.
Romanda gülün adı bir tek son tümcede geçmekteykse de, gülün kokusu, romanın
tümüne sinmiş, gülün (güllerin) adı da yaprakların arasına gizlenmiştir.

Çalışmanın romana ilişkin sorunları çözüşü üzerine epey şey konuşuldu; bu
konuya girmek istemiyorum. Ben romanın tiplemelerini ele almak istiyorum.
Başrahip, Severinus, Burgos'lu Jorge, Adelmo, Berengar, Benno ve Bernardo ve
diğerleri hepsi birer tutkundurlar, tutkun oldukları ölçüde de sapkın. Açık
iktidar, gizli iktidar, bilgi, seks, ilim tutkunudurlar. (Kanımca burada
Eco'cu göstergebilimsel sofistikasyonda B harfinin bilinçli seçildiğini
düşünmek yersiz olmak. P. Fabbri romanı kişisel şifreleme olarak tanımlamıyor
mu?) Eğer roman kahramanını kahraman yapan tutkusu ise tutku türlerinin
zenginliği a.ısından, "Gülün Adı", Eco'nun "Comedia"yı "kitapların kitabı"
olarak adlandırmasına benzetme ile "Romanların Romanı" olarak
adlandırılabilir. Tüm tiplemeler, Ortaçağ'ın, günümüz orta insanının
zihnindeki izleniminin tersine ayrık ve özgündür. Belki de Eco'nun romanını
çağdaş kılan en önemli öğe budur.

Hatta beşinci günün günbatımı bölümünü "William o gün karşılaştığı çeşitli
tutku tipleri üstüne bazı düşünceler geliştiriyor" başlığı ile başlatan Eco,
her türlü "buldurmacı" tavrına rağmen okuyucuya yardım elini uzatmaktan geri
kalmaz:

("Benno büyük bir tutkunun kurbanı oldu," dedi...

Berenger'inkinden farklı bir tutku bu, kilercininkinden de. Birçok araştırmacı
gibi onda da öğrenme tutkusu var. Salt öğrenmek için öğrenmek. Bilginin bir
bölümü kendisinden gizlenince onu elde etmek istiyordu. Şimdi, böyle bir bilgi
birikimini başkalarının hizmetine sunmamaya razı olduktan sonra, ona sahip
olmak neye yarar diye soracaksın bana. Ama benim tutkudan söz etmemin nedeni
de bu. Roger Bacon'un (7) bilgiye susamışlığı tutku değildi: Bilgisini
Tanrının kullarını daha mutlu etmek için kullanmak istiyordu o; bilgiyi salt
bilgi olduğu için istemiyordu. Benno'nunki salt doymak bilmez bir merak,
düşünsel kendini beğenmişlik, bir rahibin tensel isteklerini dönüştürme ve
yatıştırmasının bir başka yolu ya da bir başkasını iman ya da sapkınlık
savaşçısı yapan tutku, Kösnü yalnızca etin kösnüsü değildir. Bernardo Gui
kösnül bir adam; onunki erk kösnüsü ile özdeşleşen çarpıtılmış bir kösnü.
Kutsal ve artık Romalı olmayan Papazımızınki zenginlik kösnüsü.
Kilercininkiyse gençliğinden beri tanıklık etmek, dönüştürmek ve tövbe
kösnüsüydü; sonra ölüm kösnüsüne dönüştü bu. Benno'nun kösnüsü ise kitap
kösnüsü. Onan'ınki de dahil, bütün kösnüler gibi, tohumunu toprağa döken kısır
bir kösnüdür bu; sevgiyle hiçbir ilişiği yoktur; tensel sevgiyle bile...) (8)

Gül veya Rosa'nın aynı zamanda aşırı feminen bir ad olduğunu böylece kösnül
duyguları da imlediğini, bu bağlamda Gülün bir Adının da kösnülün adı olduğuna
değinmeden geçemeyeceğim. Burada Rosa adının paradoksal yanına bir göz atmanın
yararı olacağı kanısındayım. Bir bebeğe Rosa adı konurken eldeğmemiş; romans,
sevgi dolu bir genç kız olacağı düşlenir, ama Rosa adı karşı cinste bilinçaltı
bir mekanizma ile "yokedici, sahip olucu", kösnül çağırışımlara yol açmaz mı_
Fakat kösnül Rosa'lar Rosa adlı da olsalar gerçekte Rosa nomine değildirler,
onlar Rosa imitazione'dirler. Bu ikisinin ayrımı estetik ve etik bir sorunsal
oluşturmaz mı?


"Ne adlar vardır.
Adamlar dışında kalır.
Ne adamlar vardır,
Adını tam taşır."

Özdemir Asaf (Nasılsın, Sürek IV)

Bir yerde Eco da Camus'den Eric Fromm'a çağdaşlarının kaygusunu taşır; çağın
salt bir tutku çağına dönüşmesinden duyduğu tedirginliği dile getirir. Bu
tutku, sonuçta tğm tutku türlerinin nihai ereği olan güç tutkusuna dönüşerek,
"omnipotens" ile ilgili sorunsalı oluşturur ve bu yönüyle de teolojik bir
temanın içine olağanüstü bir şekilde oturur.

P. Fabbri "...Eco, bilimsel kültür çerçevesinde değil, katolik ve akılcı batı
kültürünün çerçevesinde yer alır," derken şüphesiz ki gerçeği söylüyor ve çok
önemli bir noktaya işaret ediyor. (Benim gibi meslekten olmayan birisini
Eco'ya yaklaştıran ve Eco hakkında yazmaya yüreklendiren de bu olsa gerek.)
Böylece öz, biçim ve biçem birbirini tutuyor, gerçek, eğretisel ve göksel
düzeyler birbiriyle çakışıyor.

Sonuç olarak Gülün diğer bir Adı da William'dır (ki Adso'nun ta kendisidir. -
Bu da bir yönden anlatı kuramı ile ilgili önemli bir sorunsalı aşmanın yolu ve
diğer yönden ahlaki bir çözümün göstergesidir-).

William Adso'ya şöyle der "insanları sevince, belki de sonunda yapılacak tek
şey kalıyor: hakikat karşısında gülmelerini sağlamak." William sevgidir. Adso
sevgidir. "Gerçek" sevgidir. Sevilenin iyiliğini isteyen, tutkuya dönüşmemiş
özgeci (altruist) sevgidir.

Romanın anlatıcısı ve aynı zamanda bir teolog olan Adso'nun elyazmasını kime
bıraktığı ve neye ilişkin olduğu böylece az da olsa aydınlanmış olmaktadır.



EŞADLILIK

Eco'nun romanının düşünsel özünü Ortaçağ'da kilisenin (tüm çağlarda mutlak
otoritenin) "gülme"de kutsala karşı bir tehdit görmesi oluşturur. Bu oluş
Aristo'nun Poetica'dan sonraki kitabı olan Comedia'nın (Güldürü) kilisece
ortadan yokedilmesi ile simgeleştirilir. Özellikle Aristo gibi bir düşünürün
güldürü üzerine düşünceleri kitleleri giderek "şaytanı da alaya almaya"
yöneltecek ve "şaytan korkusundan kurtulmanın bir bilgelik olduğuna"
inandıracaktır.

Olmadığı (ontolojik bağlamda), olmadığı bilindiği için (epistemolojik
bağlamda) bilinen bir kitabın yokedilmesi plotu ile ontoloji epistemoloji
çatışması gibi bir konunun, tüm ip uçları ile birlikte yokedilmiş olduğu için
bilinilemeyebilen (epistemolojik) ve (dolayısıyla) olmayan (ontolojik) şekilde
tersten konumlandırılmasının (Borges'vari) boyutlu ve buna olarak (yapmış
olabileceklerimizden de sorumluyuz) şeklinde vülgarize edebilecek etik bir
çıkarım düşünülebilir.

Ancak değinmek istediğim nokta, Eco'nun nedensiz (aynı zamanda sofistike)
göstergesinin, romanın adının, Türkçe uzayına girdiğinde tasarımcısını
şaşkınlığa düşürecek şekilde beklenmedik bir alegoriye dönüşmesi; veya bir
metaforun, Türkçe uzayında paranomia (eşadlılık) (belki de polysemia
(Çokanlamlılık) tuzağına yakalanarak, basit bir cinasa dönüşmesi ve
göstergenin nedensizliği ilkesinin zedelenmesidir. Bu bağlamda Türkçe'de Gülün
Adı Güldür. Belki de gülünce yanağımızda açan gülü, dilimize taşıma
kıvraklığını göstergelediğimizdendir (simgelediğimizdendir).

Ben Gülün Adı'nın Türkçe'de böyle bir azizliğe (!) uğradığı, bu nedenle kitabı
düşünürken yanağımızda oluşan küçük bir gülün Eco'ca hoşgörü ile karşılanacağı
kanısındayım.


WILLIAM VE ADSO

Her ne kadar Gülün Adı'nın romanla ilgili, sorunları çözüşü üzerine yazmak
cüretinde olmadığımı belirttiysem de bir noktaya daha değinmeden
geçemeyeceğim.

Birincisi "Ortaçağ Sherlock Holmes'i" yakıştırmasını haketmenin ötesinde
Baskerville'li William ile Adso ikilisinin Sherlock Holmes ve Dr. Vatson
ikilisine izdüşümü. Bu nazire "Baskerville" ile ilk ve son harfi düşürülmüş
Watson ile açıkça sergileniyor. Anlatımın Adso ağzından yapılması hem dinsel
ahlaka, hem de dedektif romanı tekniğine şüphesiz ki çok uygun. Yalnız
Doyle'daki olayların hemen ardından yazma, Eco'da bir ömürlük bir gecikme ile
oluşuyor ki, böylesi, güllerin ardıllığı ve ölümsüzlüğüne daha yaklaşıyor.

Ancak bu konunun asıl önemli sonucu sayın Işık'ın da aktardığı gibi "Metinler
kendi aralarında konuşurlar" tezi göz önüne alındığında çıkmaktadır. Eco
kahramanı, anlatı tekniği v.b. öğeleriyle romanını bu şekilde oluşturduğunda
hem bir "roman uzayı" tezini olumlamış hem de bu uzayın göstergebilimsel
yönünü savlamış olmaktadır. Konuyu biraz daha açıklayabilmek açısından önce
P.Fabbri'dan roman plot'unun göstergebilimsel niteliği ile ilgili bir alıntı
yapalım. "Örneğin katil ilk cinayeti kişisel nedenlerle işler. Dedektif gelip
bir takım mantıksal savlar ileri sürmeye başlayınca, katil anlar ve daha
sonraki cinayetleri dedektifin yanlış tahmininin "görüntüleri" olarak işler."
"Göstergesel "gerçek" savlara bağlı görüntüler oluşturularak tepki gösteren
bir gerçek türüdür." Ve bu alıntıyı romana uyarlayalım; Romansal gerçek,
savlara bağlı dizgesel göstergeler oluşturarak tepki gösteren bir gerçek
türüdür. Örneğin yazar ilk adımı kişisel nedenlerle atar ama giderek mantıksal
yapıyı kurmaya ve bunları göstergelemeye başlayınca, göstergeler tezleri
yanlışlayan unsurların doğmasına ve yeni bir romanın tohumunun oluşuma
yolaçar.

Romandaki İngiliz unsurlar William'ın Baskerville'li oluşu ile göze batmayan
bir önem kazanıyor. Kanımca Fransesken tarikatının İngiltere'de yaygınlık
kazanması ve Roger Bacon'un kişiliği bunda en büyük etken. Buna rağmen ülke
faktörü hiçbir şekilde ön plana çıkmıyor; Latince ve Tanrı (dil ve din) onları
birarada tutan bağ, tarikatlar ayıran sınırlardır.


FRANSESKEN TARİKATI

Gülün Adını değerlendirirken Fransesken Tarikatı'na değinmeden geçmenin
eksiklik yaratacağını düşünüyorum. Bunu, Oscar Wilde'ın en iyi bir şekilde
açıkladığını sanıyorum:

"İsa'dan önce de hıristiyanlar vardı... NE yazık ki İsa'dan sonra Hıristiyan
çıkmamıştır. Tek istisna tanıyorum: Asisili Aziz Fransesko. Ne var ki, Tanrı
ona doğuştan şair ruhu vermişti, kendisi de oldukça genç yaşta mistik bir
evlilik yaparak yoksulluğu kendine eş olarak seçmişti; bir şairin ruhuna ve
bir dilencinin bedenine sahip olduğundan, mükemmele ulaşan yol, ona zor
gelmedi. İsa'yı anladı ve onun gibi oldu. Aziz Fransesko'nun hayatının gerçek
Imitatio Christi (9) olduğunu öğrenmek için Liber Conformitatum'a (10)
ihtiyacımız yok. Onun hayatı öyle bir şiirdir ki, bu adı taşıyan kitap onunla
kıyaslandığında düzyazıdır." (De Profondis) (11).


NOTLAR
~~~~~~
1. Gülün Adı, Can Yayınları, 3. Baskı, 1986, Şadan Karadeniz çevirisi.
2. Milliyet Sanat Dergisi, 1 Ekim, 1986.
3. "A rose is a rose, is a rose is a rose is a rose...", Gertrude Stein, Three
Saints in Four Acts.
4. Voltaire'in bilgelik üzerine öyküleriyle aynı adı taşıyan kahramanı ve onun
"Tesadüf diye birşey yoktur," deyişi.
5. Yedi Karanlık İstek Yılı.
6. Saussure ve Pierce'in Semantik ve Semiotik yaklaşımları imlenmektedir.
7. Roger Bacon (13. yy) İngiliz teolog, bilimci ve amprist.
8. A.g.y., s. 553-54.
9. "Imitatio Christi: İsa'ya benzemek, Latince anonim eser."
10. "Barthelemy de Pise'nin, İsa'yla Aziz Fransesko arasındaki paralelliği
vurgulayan eseri."
11. De Profondis, Oscar Wilde, (Türkçesi Roza Hakmen), Can Yayınları, 1989,
s.139

Doğan Özkan
Defter, Şubat-Mart 1990 12


Doğan Özkan'ın Umberto Eco'nun 'Gülün Adı' romanına dair yaptığı incelemesi
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=299
Emre Sururi tarafından, 09/02/2001 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr