Epigraf, Uzak Ülke projesinin elemanıdır

Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık! | Sezai Karakoç

Pek Sevimli Olmayan Bir Hikaye / Doris Lessing


Anlatılması oldukça güç bir hikaye bu. Neresini vurgulamalı? Kimin bakış
açısından yazmalı? Aşıkları (onlar kendilerini bu kelimeyle tanımlamadıklarına
göre, suçu işleyen çift mi demeli yoksa?) bakış açısından anlatmak, bir hayatı
onun içinde pek fazla yer tutmayan birinin ağzından anlatmak gibi olur,
sözgelimi, Cornwall'da oturan çiftçi kuzenini ara sıra bir kaç kez ziyarete
giden bir Kanadalının bu sıradan buluşmaları Cornwall'daki çiftliktekilerin
hayat hikayesiymiş gibi yazmaya kalkışmasına benzer bu. Ya da akıp giden
yılları Artık Yıl'daki bir fazla günle açıklamak gibi bir şey olur.

Oysa geleneksel bakışla anlatmak çok kolay: iki evlilik var, ikisi de
evlilikler ne kadar mutlu olabilirse o kadar mutlu. Toplumun bakış açısından
örnek sayılabilecek bu evlilikleri bozan gizli bir kanser, görünmez bir
kötülük var. Ama bu gizli felaket evlilikleri çürütmedi, hatta hiçbir önemi
yok gibiydi. Hikayeyi aldatılan iki kişinin bakış açısından anlatmak imkansız
çünkü ikisi de aldatıldıklarını bilmiyordu. Anlatabilecekleri birşey yoktu.

Bütün bunlar yirmi yıl böyle gitti: sonra bir şey oldu ve durum değişti.
Açıkçası, olan şuydu: Sözkonusu dört kişiden biri öldü. Ama o yirmi yılın
herhangi bir anında yukarıda anlatılanlar olduğu gibi doğruyu yansıtıyordu:
geleneksel ahlak bu evlilikler için iki yüzlü, tamamen yalana ve şehvete
bulaşmış diyebilirdi; zina yapanların bakış açısından ise, yaptıkları doktor
yasakladıktan sonra çukulata yemenin zevkini birbirleriyle paylaşmaktan fazla
bir şey değildi.

Ama ölümden sonra, vurgunun yeri kaydı: yirmi yıl çukulata yemenin uzunca
süren önemsizliği bambaşka bir şeyin giriş bölümü gibi görünebilir: şans eseri
sorumluluk duygusu bir hafiflik ya da duyarsızlığın yerini mi almıştı? Ama ya
o ölüm olmasaydı?

Konuya böyle değişik açılardan bakmanın saçma olduğu düşüncesinden kolay kolay
kurtulamıyor insan. Frederick Jones Atheaile, Henry Smith Muriel'le aynı
tarihte, 1947'de evlendiler. Hepsi ayrı ayrı savaşla çok içli dışlı
olmuşlardı, hem bazen tehlikeli biçimlerde. Ama savaş bittikten sonra onları
en çok etkileyen şeyin savaşın hiç bitmeyecek gibi sürüp gitmesi olduğunu
anlamışlardı. Sonu hiç gelmeyecekti sanki.

Evlendikleri sırada nasıl duygular içinde olduklarını uzun uzun anlatmaya
gerek yok. Frederick ile Athea, Henry ile Muriel o cins insanlar (orta
sınıf, liberal, edebiyattan epey haberli) kendilerini öyle durumlarda nasıl
hissederlerse tam öyle hissediyorlardı. Onların koşulları ise başta güvence,
şefkat, sıcaklık olmak üzere her türlü duygusal açlıktan oluşuyordu ve bütün
bunlar uzunca sürmüş bir savaş yüzünden ortalamanın üstünde seyrediyordu. Dördü
de tam anlamıyla durumlarının farkındaydı, ve kendilerine o cins insanların
alaylı hoşgörüsüyle bakabiliyorlardı, birbirleriyle kendi psikolojileri
üzerine oldukça zeki tartışmalar yapıyorlardı.

Anne babaları, onların kendileriyle ilgili görüşlerine uygun bir hayata asla
katlanamazlardı. Ama gene de bu gençlerin tasarı ve amaçları onların aynı
yaştaki tasarı ve amaçlarına benzeşiyordu. İki çift de, evliliklerinin
hayatlarının temeli olmasını, çocuk doğurmayı ve onları yetiştirmeyi
umuyorlardı.Ve istedikleri gibi de oldu. Ayrıca birbirlerine sadık kalmayı da
umuyorlardı.

Bu evliliklerin gerçekleştiği tarihlerde çiftler tanışmıyordu. Dr. Smith ve
Dr. Jones herbiri kendi köşesinde bir ortaklığa girmeyi ve imkan olursa yoksul
bir bölgede klinik açmayı düşünüyorlardı. İkisi de savaş dolayısıyla idealist
olmuştu, hatta ideoloji yapmayan cinsten sosyalistlerdi. İlan verdiler,
mektupla ilişki kurdular, birbirlerinden hoşlandılar ve zenginler kadar yoksul
insanların da bolca bulunduğu İngiltere'nin Batısında bir kır kentinde iş
kurdular.

Birbirlerine çok uzak olmayan evler satın alındı.İki erkek birlikte
çalışabileceklerine güvenip çoktan arkadaş oldukları sırada karıları henüz
tanışmıyordu. Bu olayın gerçekleşme zamanının artık geldiği anlaşılıyordu.Bu
bir kutlama olacaktı. Dördü, küçük kentin beş mil uzağında, içinde barı da
olan bir lokantada buluşacaktı. İyi geçinmenin önemini dördü de biliyordu.
Aslında iki kadın da kendilerinin "geçinmesi" gerçekten bu kadar önemliyse bu
işin neden bu kadar geciktirildiği konusunda ufak şakalarla yakınlaşmaya
başlamışlardı.

Kent dışındaki lokantaya yol alan iki arabada da aynı hava esiyordu. Tatsız,
neşesiz. Kadınlar kendilerini küçümsenmiş hissediyorlardı, erkekler kadınların
belki de haklı olduklarını ama asıl meselenin işe başlayıp eve yerleşmek olduğu
sırada bu konuda huysuzlanmanın mantıksız olduğunu düşünüyorlardı. Dördü de bu
yemeği dört gözle beklemişti, iyi yemekleriyle ünlü bir lokanta seçmişlerdi,
ama hepsi de farklı sebeplerle orada bulunmaya içerliyordu. Çok farklı
psikolojilerle birbirlerinin huzuruna çıktılar. Kadınlar ilk anda birbirlerini
sevdiklerini anladılar ama pekala tersi de olabilirdi! - ve erkeklere karşı
ortak bir dava açıldı. Dördü birlikte bara geçtiler, canlı ve iddialı bir grup
oldukları göze çarpıyordu.

Yemek zamanı lokantaya döndüklerinde tatsız hava dağılmıştı. Sofraya geçip
şarap ve güzel yemeklerin başına oturdular. İlgi çekiyorlardı çünkü belirli
bir olay için giyinip kuşandıkları belliydi ama daha çok durumlarının iyi
olduğunun bilincinde olan insanların hoşnutluğunu yansıttıkları için
ilginçtiler. Bu onların hayatlarının doruk noktasıydı: çok uzun süren savaş
bıkkınlığı sona ermişti, erkekler henüz otuzlu, kadınlar ise yirmili yaşların
içindeydi. Nihayet gerçek hayatlarının başladığı duygusunu yaşıyorlardı. Dördü
de güzel görünüşlü insanlardı. Erkeklerin tipi aynıydı; bu konuda daha
şimdiden birçok şaka yapılmıştı. İkisi de esmer, iri yapılıydı, ikisine de
doktorlara yaraşan o otorite havası vardı, eşlerinin dediği gibi rahat
tiplerdi. Kadınlar da hoştu. Çok geçmeden hayat üzerine birçok görüşlerinin
aynı olduğunu ortaya koydular (birbirlerine pasaportlarını gösterir gibi):
Hayat - güçtü ama kendisinden iyi şeyler beklenmeliydi; Tanrı - ölmüştü;
çocuklar - yetiştirilmelerinde önemli olan anlayış ve disiplin dozunu
ayarlamaktı; toplum - sağduyuya dayanan yumuşak ama kararlı bir yönetimle
düzelebilirdi ama asla aşırılığa gidilmemeliydi.

Onlar için her şey yolundaydı; her şey düzelecekti. Epeyce uzun bir zaman,
lokanta kapanana kadar masada, yemekleri, şarapları ve mutluluklarıyla başbaşa
oturdular. Öyle oldu ki Frederick Jones ile Muriel ve Henry Smith ile Althea
arasında süren konuşma kesilmedi ve çiftler bu düzen içinde arabalarının
başına geldiler.

Henry, "Son kadehi bizde içelim" diye seslendi, arkadaşının karısına yanına
binmesi için yardım etti ve sonra eve doğru hareket etti.

Frederick ile Muriel bir tek söz bile söylemeden onların gitmesini
seyrettiler, sonra birbirlerine döndüler ve sarıldılar. Bu sarılmayı
konuşmalarının kaçınılmaz devamı olarak tarif etmek en uygunu. Bundan sonra
Frederick arabasını bir kaç yüz metre ilerideki, kırağının parladığı küçük
koruya sürdü ve motoru durdurdu, ceketini otların üzerine serdi, sonra da
Muriel'le seviştiler - hayır bu doğru değil, seks yaptılar, enerjiyle, zevkle,
hoşlanarak; altlarında bir kat tüvit kumaş, buz gibi bir kırağı soğuğunda
çıplaklıklarıyla kendilerini ayıran hiçbir şey olmadan yattılar. Sonra kalkıp
giyindiler, arabaya dönüp kente gittiler. Frederick Muriel'i kapıya getirdi ve
ötekilerle sözleştikleri gibi son kadehi içmek için içeri girdi, sonra kendi
karısını alıp eve gitti.

O gece her iki çift de geçirdikleri gecenin atmosferinden bekleneceği gibi
uzun uzun seviştiler.

Muriel de Frederick de, onlar gibi davranış incelemesine meraklı olan
insanlardan beklenebileceği kadar incelemediler bu davranışlarını. Mesele
şuydu: Olay o kadar beklenenin dışında, inançlarına o kadar ters, onlara o
kadar aykırıydı ki, ne duyduklarını anlamak bir yana ne düşünmeleri
gerektiğini bile bilmiyorlardı. Muriel olup biteni hep bir gecelik bir şey
olarak düşünmekten yanaydı. Önemsiz bir şey demişti - "alçakça" fazla ahlakçı
bir kelime olacaktı bunun için. Frederick, o güne kadar hem mesleği gereği hem
de kişisel görüşü olarak rasgele cinsel ilişkilerin doyurucu olamayacağı
konusunda çok söz söylemişti. Muayene odasında, bu tür ilişkilerin dikkatle
hesaplanmış sonuçlarını -zührevi hastalıkları, gebeliği- anlatırdı. Yaptığının
ahlaki bir yargı vermek olmadığını hep belirtirdi; hayır, yalnızca sağlık
üzerine bir yargıydı onunkisi. "Pislik" kelimesini kullandığı işitilmişti.
Muriel ile Frederick gibi iki insanın ilke olarak ciidi bir aşk ilişkisinden,
derin bir bağlanmadan yana oldukları söylenebilir. Savaş sırasında bile
rasgele cinsel ilişkilerden kaçınmışlardı. Böylece, bu kadar olağandışı bir
davranışı unutmak mümkün olmadığı halde ikisi de bu konu üzerine çok
düşünmediler. Olayı kendileri ile ilgili düşünceleri arasına
sığdıramıyorlardı.

Ayrıca işleri başlarından aşkındı, yeni bir iş kurmak, yeni ev düzenlemek.

Ayrıca üstelik, iki çift de kendi eşlerinden memnundu, onlarla sevişmekten
bıkacak gibi değildiler.

Lokantadaki geceden yaklaşık altı hafta sonra, Frederick'in Henry'e uğrayıp
bir şey alması gerekiyordu. Muriel'i evde yalnız buldu. Gene tek bir söz
söylemeden yatak odasına gittiler ve -galiba burada en uygun kelime olacak-,
düzüştüler. Tam anlamıyla sonuna kadar.

Ayrıldılar; ve gene kendilerini anlayamadan, olup biteni düşünme fırsatının
kaçıp gitmesine göz yumdular. Bu iş biraz fazla saçmaydı! Örneğin o unutulmaz
lokanta akşamı, ilk tanıştıklarında, birbirlerine taze bir arzuyla
baktıklarını, bazı niyet ve ihtiyaçları olduğunu belirten işaretler
verdiklerini söyleyemezlerdi. Bir insanın iyi bir evlilik yapmış olmasaydım,
bu adamla, bu kadınla sevişmek isterdim, demesinden fazla bir şey
yapmamışlardı. Aradaki altı hafta boyunca kendi gerçek eşlerini yetersiz
buldukları, birbirlerini hayal ettiklerini de söyleyemezlerdi. Tam tersine.

Çünkü Muriel ile Frederick doğal cinsel eşlerse, Frederick ile Athea, Henry
ile Muriel de öyleydiler.

Şimdi suçlu çift olarak Frederick ile Muriel'in -ya da dördünün birden-
o sırada yaptığı gibi, on yıl atlayıp geriye bakarsak -çünkü onlar gibi
kendilerini incelemeye meraklı insanlar için on yıl, kayıp kazanç hesabına
oturmanın doğal bir zamanı ve zeminidir- bu çabamızın bir tek anlamı olabilir:
olayların ağırlığının nerede olduğunu doğru saptamak.

Çünkü gerçekten doğru perspektifi bulmak güç. Sözgelimi, ben aslında çok
duygusal iki aşk ilişkisini, evlilik öncesi başlayan çok duygusal ve doyurucu
iki ilişkiyi, daha sonra evliliğin getirdiği heyecan dolu keşifleri,çiftlerin
derinlik ve uyuma kavuşmalarını da anlatıyor olabilirdim: Sonra birdenbire
durup bu iki çiftten iki kişinin, önünü ardını hiç düşünmeden sık sık zina
yaptıklarını -meseleyi bir avuç bal içinde birkaç kum taneciği haline
getirerek ve çok zevkli de olsa bu zina olaylarının evliliklerini hiç
etkilemediğini söyleyebilir miydim? Doğrusu en iyi evlilikler bile bir avuç
bal gibi anlatılamaz. Belki mesele zina kelimesinde düğümleniyor. Çok mu ağır?
Acıklı boşanmaları, ya da Fransız farslarını mı hatırlatıyor? Ama zina
kelimesi hala kullanılıyor, hem de çok sık. İnsanların düşündüğü bir kelime
zina, hem yalnızca duruşma salonlarında değil.

Olayın vurgusunu doğru yere koymaya çalışırken, evlilikleri ne ölçüde
etkilediğini anlamak açısından bakılırsa, bu cinsel ilişki dönemlerinden
belkide hiç söz etmemeli. Ama bundan hiç söz etmemek de aynı ölçüde imkansız.
Üstelik hikayenin sonunda olanlardan bağımsız düşünüldüğünde bile. Elbette ki
mutlu evlilik yaşayan çiftlerin mümkün psikolojileri konusunda bütün
bildiklerimizin dışında olur bu. Doğruluk, sevgi ve tam bir bağlanma üzerine
kurulmuş iki evlilikte, yakın ortak arkadaşlarla rasgele cinsel ilişkiye
girmek -böylece evliliklerine, ilişkilerine ve kendilerine ihanet etmek ve
bundan hiç etkilenmemek?

Hiç suçluluk duygusu olmaz mı? Kendi başlarına kaldıklarında huzursuzluk
duymazlar mı? Kendilerini sevgiyle okşayan eşlerinin gözlerinin içine
bakarken, aralarında her şey açık ve gizlisiz saklısızken neler
hissediyorlardı? Frederick'le Muriel'in aklına şu soru gelemez miydi: bana
güvenen eşime nasıl böyle davranabiliyorum?

Böyle düşünceleri yoktu. On yıl iki evlilik yanyana gelişti. Jones'lar üç,
Smith'ler iki çocuk sahibi oldular. Genç doktorlar çok çalıştı, doktorlardan
beklendiği gibi. Bahçeli rahat iki evde iki genç, çekici eş de, kadınların ve
annelerin ne kadar çalışması gerekiyorsa o kadar çok çalıştılar.Bütün bu zaman
boyunca bu evlilikler arada sırada yaşanan o önemsiz, çirkin cinsel ilişki hiç
hesaba katılmadan -bu durum uygun düştüğünde oldukça sık bir arayla devam
ediyordu, her ne kadar suçu işleyen eşler hiçbir zaman bunun için uygun bir
ortam yaratmaya çalışmadılarsa da- bambaşka ölçütlerle değerlendiriliyordu:
Bütün bu zaman boyunca bu dört insan yetişme tarzlarının da gerektirdiği gibi,
kendi duygusal ritmlerini yaşamaya devam ettiler: evlilikleri memnuniyet
vericiydi; hayır, o kadar değil; evet, iyiydi, gene de çok iyiydi. İkinci yıl
birincisinden daha iyiydi, ama üçüncü yıl dördüncüsünden daha az iyiydi.
Çocuklar anne babaları bazı yönlerden daha çok birbirlerine yaklaştırmıştı ama
bazı başka yönlerden o kadar yakınlık olmuyordu, falan. Frederick,
cinsellikle, sevinçle dolu küçük Althea ile evlendiğine memnundu; o da sakin
gücüyle kendisini bu kadar iyi tamamlayan Frederick ile evlendiğine memnundu.
Ve Henry de öylesine canlı, pervasız ve kendine yeten bir insan olan Muriel'le
evlendiğine memnundu: ve Muriel de Henry'yi seçtiğine seviniyordu, onun
hayatta önüne çıkan olayları ağırbaşlı bir mizah duygusuyla ele alışı,
Muriel'in zaman zaman içine düştüğü sıkıntıları dağıtıyordu.

Dördünün de elbette ara sıra herkes gibi, hiç evlenmemiş olmayı düşündüğü
anlar oluyordu. Dördü de ya birbirleriyle, ya kendi başlarına, ya da hep
birlikte evliliğin bir kurum olarak korkunçluğunu, ortadan kaldırılıp yerine
başka bir şey konması gerektiğini tartışırlardı. Kimi zaman, bir başkasına
geçici olarak kapıldıkları bir dönemde, bir tek kişiyi seçmek zorunda
bırakılmış olmaya öfkelenirlerdi (Böyle zamanlarda ne Frederick ne de Muriel
birbirlerini düşünmezlerdi, çünkü tıpkı evli çiftler gibi birbirlerini hazırda
var olan kişiler gibi görürlerdi). Kısacası, ve artık bu konuyu kapatalım, on
yılın sonunda, benliklerini araştırma ve geçmişin hesabını çıkarma süreci
esnasında, geri dönüp baktıklarında her iki çift de evliliklerini,
beklentilerini her yönden karşılamış olduğunu düşünebiliyorlardı. Hem zaten
acısı olmayan tatlının zevki olur mu hiç?
*
Gerçi düşmanlık ya da uyum, yokluk, hastalık, ya da kısa sürelerle başkasına
özlem duyma dönemlerine karşın ve bunlar sayesinde, bütün bunlardan ötürü, on
yıl derin duygusal yaşantılarının tadını çıkarmışlardı. Sevinçte ve kederde
sığlıktan ya da duygu olmayışından yakınamazlardı. Ve ne de olsa asıl mesele
duygudur, hiçbirimiz yeterince duyguya kavuşamıyoruz.

Çiftler ne büyük hazlar yaşamışlardı! İki kadın ne kadar göz yaşı dökmüştü!
Cinsel hazlarla dolu ne uzun geceler geçirmişlerdi! Ne kavgalar, ne
bunalımlar ne dramlar yaşamışlardı! Her yerde nederin yaşantı bulmuşlardı! Ve
şimdi her biri bir duygu uzantısı olan beş çocuk vardı. Kendileri için de
benzer tadlar ya da hiç değilse taşkın duygu nehirlerinin aktığı bir gelecek
isteyen beş çocuk.

Onbirinci yıl dolaylarında hepsini tehdit eden bir tehlike belirdi. Altheagenç
bir doktora aşık oldu. Klinikte kendilerine yardım edecek genç bir doktor
bulunca, iki kıdemli doktor izne çıkmıştı, genellikle iki aile tatile
birlikte çıkardı ama bu kez erkekler, kadınlarla çocukları bırakıp İskoçya'ya
serseriliğe gitmişlerdi.

Althea sırrını Muriel'e açtı.Sorun Fredercik'i terketmek değildi: kesinlike
değildi. Ne onu ne de çocukları incitebilecek bir şeyi asla yapamazdı. ama
arzudan ve birdenbire yoksun olduğunu keşfettiği bir sürü şeyden, ötürü çok
kötü acı çekiyordu. Çocuklar bahçede oynarken ya da gece uyurken beş altı kere
sinsice -aman tanrım kelimenin korkunçluğuna bak- yattığı o genç adam için acı
çekiyordu. Bütün hayatı kül olmuş, çöle dönmüştü. Yaşamanın ne anlamı kalmıştı
ki?

İki kadın Althea'nın mutfağında oturup konuştular.

Birçok zaman dördünün etrafında keyifli olayları paylaştıkları kahvaltı
masasının iki karşı ucuna oturmuşlardı. Althea ağlıyordu.

Belki de bu iki kadının dış görünüşlerini anlatmak için hikayenin en uygun
yeri burası. Althea ufak tefek, yuvarlak hatlı, esmer ve hep mis gibi kokan
bir yaratıktı. Kocası onun dişilikle sağduyuyu çok güzel birleştirdiğini
söylerdi. Muriel'e gelince, güçlü ama ince bir yapısı vardı. Sarışındı,
güneşte çok çabuk yanan cildi yüzünden hep sağlıklı görünürdü. Kılığı rahat
giyim denilen tarzdaydı ve bunun için epey uğraşırdı. Ve tabii ki iki kadın
da sık sık öbürüne benzemek isterdi.

Birbirine hiç benzemeyen bu iki kadın daha önce yüzlerce kere yaptıkları gibi
kahvelerini karıştırarak karşılıklı oturuyorlardı. O sırada beş çocuk bahçede
bağrışıyor, birbirleriyle dalaşıyor ve sevişiyorlardı. Althea ağlıyordu, çünkü
diyordu, evliliği cennette elmayı yemek gibi bir yol ayrımına gelmşti.
Sevgili kocasına bu genç doktora kör kütük aşık olduğunu -geçici bir şey
olmalıydı bu, öyle olduğuna inanıyordu- söylerse o zaman aralarında her şey
bitecekti. Ama ona söylemezse ihanet etmiş olacaktı. Ne yapsa sonuç aynı
derecede felaketti. Olup biteni Frederick'e anlatmamak sadakatsızlığından
kendisinden daha kötü geliyordu ona. Şimdiye kadar ondan hiç ama hiçbir şey
saklamamıştı. Tam bir açıklık ve içtenlik ilişkilerinin kuralıydı -hayır kural
denemezdi buna çünkü birbirlerine duydukları aşk ve güvenin mükemmel bir
biçimde kendiliğinden yarattığı davranışlarına hiçbir zaman kural koymak
zorunda kalmamışlardı. Frederick'ten herhangi bir şeyi saklayabileceğine
inanmıyordu. Ve Frederick'in kendisine her şeyi anlattığına emindim. Böyle bir
şeyi Fred yapsa dayanamazdı, onun kendisine bir kez olsun yalan söylediğini
bilse hemen ayrılırdı. Hayır, bir cins aldatmaya tabii razı olabilirdi -neden
olmasın ki? hele şimdi, sahip olduğu bütün hakları, bu durumu kurtarmak için
kefalete yatırabilirdi! Ama yalanlar, sinsilikler -yok bu her şeyin, her şeyin
sonu olurdu.

Althe ile Muriel uzun süre birlikte kaldılar, biri ağlıyor öbürü dinliyor,
konuşuyordu; yalnızca çocuklar içeri girince susuyorlardı. Bütün o gün, ve
ertesi gün, ve daha sonraki bir kaç gün, bu böyle devam etti. Muriel şunu
anlamıştı: o an için anlatılan şeyin kendisinden daha önemli olan, ağızdan
çıkan kelimeler ve dökülen göz yaşlarıydı. Birazdan çekilen acının gücü,
içerideki çatışmanın gerilimi düşecekti. Muriel bunu sonuna kadar
bekleyecekti ama gerekenden bir dakika fazlasını dinlemeye kararlıydı. Çok
geçmeden Althea'nın göz yaşları biraz dinince fırsatı yakaladı ve ona Fred'e
hiçbir şey söylememesini öğütledi: bu yalanla birlikte yaşamayı öğrenmesi
gerektiğini söyledi ona.

Ve tabii şimdi o da, arkadaşının kocasıyla sevişmekten ya da seks yapmaktan
-en çok sevdiği arkadaşının kocasıyla, hafife alarak, bazılarının alçakça
diyebileceği bir biçimde sevişmekten hoşlanıp hoşlanmadığını düşünmek,
gerçekten düşünmek zorunda kalmıştı. Düşünmesi için bir dayatma olmuştu bu
olay. Hayatının bu alanını çözümlemesini engelleyen güçlü içgüdüyü, olağandışı
bir şey olarak görmek istemediği de çok kesindi.

Gene de kendi yaşadığı olayı incelediğinde ya da daha doğrusu biraz gözünün
önüne getirdiğinde, kendisini kutlamak geliyordu içinden ya da hem kendini hem
de sevgili Fred'i. Çünkü ikisi de hiçbir zaman eşlerinin yanında, ihanetlerin
en korkuncu olan şeyi yapmamışlardı: onların yanında, onların hiçbir şeyden
haberi yokken, kendi gizli suç ortaklıklarının tadını çıkarmaya
kalkışmamışlardı. Onların yanında hiçbir zaman birbirlerini sevişmeye, seks
yapmaya çağıran davranışlarda bulunmamışlardı: Bir kere olsun gözlerinin
Fred'e işaret vermesine izin vermediğinden kesinlikle emindi: Bu zavallı iki
salak sırrımızı bilseler, dememişlerdi hiç. Çünkü kesinlikle böyle bir duygu
yaşamamışlardı. Bir kerecik olsun, bir tek kere bile olsun başbaşa kalmayı
önceden tasarlamamışlardı. Fırsat olduğu anda başka herhangi bir davranış
mümkün değilmişçesine birbirlerinin kucağına atılmış olabilirlerdi ama bunun
için asla fırsat kollamamışlardı. Ve nihayet birbirlerinin kollarına atılma
anı gelince, kahkahalarla, zevkle buluştuklarında Althea ile Henry'nin
yapamadıkları bir şeyi yapma, ya da onlarla yaşanandan daha iyi bir şeye
kavuşma duygusuna kapılmamışlardı. Ayrıldıktan sonra yaptıklarını
düşünmüyorlardı, eşlerini işin içine katmıyorlardı bu olay sanki başka bir
düzleme aitti -önemsiz, sefil, bu dostça, keyifli, zevkli düzlem, böylesine
iyi iki evliliğin, yanında, üstünde ya da içinde bir yerde kendi başına var
oluyordu.

Muriel, olayın özünü, doğasını düşünürken bir şey yakaladı: bu olayın özü
duygunun olmayışıydı. Onun Frederick'e olan duyguları, Frederick'in ona olan
duyguları, aşık olmak dediğimiz o acılı özlemden en ufak bir iz taşımayan,
durgun bir zevkti.

Ağlayan perişan bir durumda (tadı çıkarılan bir perişanlık) olan Althea'yla bu
uzun oturup konuşma seanslarının zorlamasıyla, Muriel olup biteni eni konu
düşündükten sonra şu sonuca vardı: Frederick'le cinsel hayatını incelemesini,
duygusal bi kazanç-kayıp hesabı yapmasını, ya da derin düşüncelere dalmasını
engelleyen içgüdünün ya da gücün çok sağlıklı bir şey olduğunu anladı ve bu
inanca sıkı sıkı tutunmaya karar verdi. Çünkü, bu alana başka türlü bir
ağırlık tanıyınca, ölçüp biçmeye başlayınca, şimdiye kadar bu ilişkiyle hiçbir
ilgisi olmayan her türlü duygusallık, sökün edip ortalığı arıştırıyordu. Başta
suçluluk duygusu.

Sonunda kararını verdi. Yalnız, dördünün ortak düşüncelerine o kadar aykırı
bir sonuca varmıştı ki, buna doğrudan yaklaşamayacağıı sezerek deyim
yerindeyse, ya ya yaklaşıyordu. Sonuç şuydu: Althea'nın o genç doktora aşık
olması, büyük ihtimalle, olayı Althea'nın (ya da herhangi bir insanın) gördüğü
gibi cereyan etmiyordu: mesele kendileri gibi insanlara özgü, alaycı ve medeni
anlayışlılıkla ama hiç sözü edilmeden, hiç savunulmadan, kaçınılmaz bir
biçimde, ama tabii büyük bir zevkle yaşanan sevişme dönemlerinin -ama sevişme,
seks yapma değil- kendisinde değil, bunu izleyen acı çekme ve suçluluk gibi,
duyguların dökülüp saçılmaya başladığı dönemlerdeydi. Mesele duygudaydı. Büyük
duygular yaşanmış, duyguların acısı çekilmişti. Althea acı çekmişti, iğrenç
bir biçimde acı çekiyordu. Herkes bu işi yanlış anlıyordu: Böyle aşkları
doğuran sebep, sonraki acıyı ve özlemi çekme ihtiyacıydı.

İki evlilik, tıpkı ağaçlar gibi büyümeye devam etti, diplerinde yetişen
çocuklara korunak sağlayarak.

Çok geçmeden on beş yıllık evli oldular. Bir kriz daha patladı, öncekinden
daha kötüsü.

Başlangıcı şöyle oldu: önemli sayılmayacak bir takım durumlar yüzünden -Althea
çocukları alıp hasta annesini ziyarete gitti; Smith'lerin çocukları da bir
süre büyük annelerine gitmişlerdi -Frederick ile Muriel birbirleriyle başbaşa
iki hafta geçirdiler. Görünüşü kurtarmak için ikisi de kendi evlerinde
oturdular ama arabayla beş dakikalık uzaktaydılar ve en dedikoducu İngiliz
taşra kentinde bile olsalar, zaten her gün beraber olan insanalrın sık sık
birlikte görünmesinde, komşular bile pek bir kötülük sezemezlerdi.

Bu bir gevşeme dönemiydi. Zevk dönemiydi, sükunet dönemiydi. İlk kez, aynı
yatakta bütün bir geceyi geçiriyorlardı. Düşününce, pek seyrek yalnız
kaldıklarını farkettiler. İlk kez yakınlaşma duygusunun sıcaklığıyla uzun uzun
başbaşa sofrada oturdular. Düşünüce, aslında ne kadar garipti, Jones'larla
Smith'lerinbu kadar içiçe geçmiş ortak yaşanan hayatlarında, bu kadar seyrek
yalnız kalmış olmaları.

İlişkileri, her zamanki gibi kaçamak, anlık bir şey olmaktan çıkmış
-samanlıkta ya da karda yuvarlanmak -kelimenin tam anlamıyla öyle- oturma
odasında halınınüzerinde geçirilen bir saat, telefon kulübesinde küçük
dokunmalar, birdenbire bir vakar, bir rahatlık ve hususiyet kıvamına
ulaşmıştı.

Ve şimdi Frederick, sorumlu bir duyguya eğilim gösteriyordu -ısrarla
kullandığı kelime aşktı- Muriel ise, sinir içinde ona ciddileşme diye
yalvarıyordu. Fred kendisinin biricik Althea'sına, onun da sevgili Henry'sine
ihanet ettiklerini söylüyordu, ve yıllardır, bir an bile suçluluk duymadan,
bir an duraksamadan hep bunu yapmış olduklarını anlatıyordu ona. Ve Muriel
ekliyordu, hiçbir duygu olmaksızın.

A, evet doğru söylüyordu, ne kadar korkunç: Fred de gerçekten anlamaya
başlıyordu şimdi.

Tanrı aşkına, kes şunu, her şeyi mahvetme, görmüyor musun; felaket bekçisi
köpekler kapımızın eşiğini kokluyor. Kesşunu sevgili Fred, aşk gibi kelimeler
kullanmana izin veremem, olamaz, olamaz, bu bizim tek kurtuluşumuz, tek
gücümüz - biz seninle hiç aşık olmadık, birbirimiz için acı çekmedik,
birbirimizi arzulayıp özlemdeik; birbirimiz için bir şeycik "duymadık" bile..

Frederick kendileriyle ilgili bu görüşü, çok katı yürekli olmasa bile fazla
serinkanlı bulduğunu sezdirdi ona.

Ama diyordu Muriel, her yünden birbirlerine yardımcı olmuşlardı, dörtlü içinde
asıl gücü veren ikisiydi, birbirlerinin çocuklarının olduğuna sevinmişlerdi,
birbirlerine tavsiye ettikleri kitapları okumuş, düşüncelerini paylaşmışlardı.
Rastlantıya bağlı, keyifli, sorumluluk altında ezilmeyen bir cinselliğin
tadını çıkarmışlardı, vicdan azabı çekmeden -kısacası on beş yıl uyum içinde
yaşamışlardı.

Fred ona akıllı bir kadın olduğunu söyledi.

O on beş gün boyunca aşk hazırda bekliyordu, en azından birkaç böyle an oldu.
Muriel direndi. Ama artık karısı döndüğünde Frederick'in kendini bütünüyle
yoksun bırakılmış hissedeceğine hiç şüphe yoktu. Muriel artan bir sinirlilik
içinde bu gerçeği görmek zorundaydı, çünkü o da kendini çok iyi tanıyordu:
elbette o da Frederick'e "aşık olmayı", bu yüzden geceleri gözüne uyku
girmemesini, acılar içinde ağlamayı çok isterdi. Ama biricik Muriel'i
Frederick'ten bunu esirgemişti. Duygusal yaşantıyı.

Ah duygu, duygu, senin içine gömülelim!

Örneğin televizyon, şu hepimizin aynası olan televizyonu ele alalım bir an
için:

Adamın biri araba kazası yapmış, karısıyla üç çocuğu yanarak ölmüş.

"Olay olduğunda neler hissettiniz?" diye sorar, bön ama insanlık duygularıyla
çırpınan genç muhabir. "Neler hissettiğinizi bize anlatır mısınız?"

Ya da bir kadının iki çocuğu bütün gece dağda mahsur kalmış henüz kurtarılıp
getirilmişlerdir.

Muhabir, "Ne hissettiniz?" diye bağırır. "Beklerken neler hissetiniz?"

Yaşlı bir kadın, bir yangından, yoldan geçen biri tarafından kurtarılmıştır,
ama bir kaç dakika için gerçekten öleceğine inanmıştır.

"Ne hissettiniz? Sonum geldi diye düşündünüz, değil mi? Bunu düşündüğünüzde
neler hissettiniz?"

Ne hissettiğimi sanıyorsun sersem piç kurusu, sen benim yerimde olsaydın neler
hissederdin? Bu programı seyreden herkes, benim neler duyduğumu pekala
bilmiyor mu? Öyleyse, bilinen bir şeyi neden bana soruyorsunuz?

Ama bayan.. tabi sorarız çünkü, işkence edilen köleler, ölen gladyatörler
karşısında bizim de olayın yerini tutacak duygularımız vardır. Kendimizi üzgün,
endişeli, hüzünlü, neşeli, ızdırap ya da zevk içinde hissetmek zorundayız. Ben
hissediyorum. Sen hissediyorsun. Onlar hissettiler. Ben hissettim. Biz
hissediyoruz.. Bir şey hissetmiyorsak, herhangi bir şey yaşadığımıza nasıl
inanabiliriz?

Ve yetiştirilme tarzımızın bizi inandırdığı gibi derin ve içtenlikli insanlar
olmamız için gereken ölçüde duygulanamıyorsak, Tanrıya şükür, televizyon var;
orada herkes bizim yerimize duygulanıyor. Onun için söyleyin bana bayan, orada
yanarak öleceğinize inandığınız sırada neler hissettiniz? Bu sırada
seyircilerimiz sloganımızı söyleyecekler: Hissediyoruz, öyleyse varız.

Althea ile çocuklar döndü, hayat devam etti ve Frederick muayehanesinde
sekreter olmak için müracat eden yirmi yaşında bir kıza, birdenbire deli gibi
aşık oldu. Ve Muriel kocası orospuya giden sadık ve frijid bir zevce nasıl
hissederse -hep öyle denir ya- tamamen öyle hissetti kendini, ama yalnızca
duygusal düzlemde; istediğini vermiş olsaydım ona gitmezdi!

Çünkü biliyordu, kendisine aşık olmasına izin verseydi, sevgili Frederick'i bu
kıza aşık olmayacaktı. Onun dağarcığında kullanması gerektiği bir "aşk"
duygusu vardı, çünkü aşık olmak istediğini hiç bir zaman anlamamıştı
-anlıyorum dediyse de bu hep söz düzeyinde kalmıştı: Aşık olmanın koşullarını
istemişti: onu hissetmeye ihtiyacı vardı. Muriel ona acı çektirmeliydi.
Herkesin buna ihtiyacı olduğu çok açık.

Ve şimdi bir krizin içindeydiler. Dördünü de sarsan pis bir krize girmişlerdi.
Althea mutsuzdu çünkü evliliği elden gidebilirdi; Frederick boşanmadan söz
ediyordu. Ve tabii o da dört yıl önce doktorla olan saçmalığı hatırlıyor,o
zamandan beri büyük bir ustalıkla sürdürdüğü yalanı düşünüyordu. Ve Frederick
intihar havalarına girmişti çünkü, o da çok sevdiği, birlikte mutlu olduğu
kadını yirmi yaşında bir kıza feda etmenin büyük bir saçmalık olduğunu
bilemeyecek kadar aptal değildi. Kırk beşini geçmişti. Ama şimdiye kadar hiç
aşık olmamıştı. Bunu resmen söyledi, Henry'ye. O da Muriel'e söyledi. Şimdiye
kadar kendisi hiçbir krize girmemiş ya da yol açmamış olan Henry birdenbire
kendisinin de birkaç yıl önce böyle acı çektiğini "ama bunun kendisine önemli
görünmediğini söyledi. Bunu Muriel'e itiraf etti. Muriel'in sinirleri bozuldu.
Her şeyden önce, Henry'e hak ettiği kadar iyi davranmadığını düşünüyordu.
Çünkü "bana o zamanlar o kadar önemli gelmedi" sözlerinde elbette kendisinin
hoşuna gitmesi gereken bir şey vardı. Ama hoşuna gitmemişti. Bir şekilde
kendini küçümsemiş hissetti, aralarında yaşanmış olanı -öyle değil mi?- derin
bir yaşantıyı hafifsemişti Henry. Öyle derin bir şey değil idiyse, bunun
sebebi neydi? Bundan sonra kendini ihanete uğramış gibi hissetti: kendi
kendisine saçmaladığını söyleyebiliyordu ama bunun hiç bir yararı yoktu.
Kısacasıbirdenbire Muriel kötü günler yaşamaya başladı. Henry'den çok
Frederick'le ilgili olarak kötü hissediyordu kendini. Yıllardır her şeyle
başaçıkmasını sağlayan sağduyusunu kaybetti ve dalga dalga gelen kıskançlık,
yoksunluk-ama neden yoksundu ki? Neden? neydi kendisinden esirgenen? ondan
hiçbir şey esirgenmemişti -cinsel özlem ve yalnızlık duyguları içine gömüldü.
Her zaman Henry'nin buz gibi soğuk olduğunu bilirdi. Mutlulukları hiçbir zaman
tam olmamıştı. Onun sevme gücü hep dondurulmuştu. Ve buna benzer düşüncelerle
Frederick için, gerçek aşkı için -şimdi böyle olduğunu hissediyordu-
öfkeleniyor, acı çekiyordu. Tek aşkı. Gerçekten aşık olmanın yalnızca iki
hafta için bile olsun, aşık olmanın tadını çıkartmaması için deli olması
gerekirdi. Bunca yıl nasıl olup da gerçeği görememişti. Nasıl olup da..

Bunlar onun hissetikleriydi. Düşündüklerine gelince, delirdiğini biliyordu
artık. Şu anda hissettiklerinin Frederick'le yaşadığı ilişkiyle hiç mi hiç
ilişkisi yoktu. Bu uzun ilişkiyi iyi, sağlıklı bir diyet kadar hoştu ve onun
kadar da önemsizdi. Evliliğinin bu işle ilgisi yoktu. Derin bir sevgiyle bağlı
olduğu, kendisine her türlü mutluluğu vermiş olan Henry'di. Onun medeni,
şakacı tavrından, arkadaşlığından her zaman hoşlanmıştı, kimse onun yerini
dolduramazdı.

Frederick büyük aşkını nihayet sona erdirdi. Ya da daha doğrusu, aşkına son
verildi: kız evlendi. Henry bir süre surat astı, somurttu: elliye merdiven
dayadığı için hayatı affedemiyordu. Althea toparlanmasına, hayata ve eve
dönmesine yardımcı oldu.

Muriel ile Henry de sevgilerinin sabit dengesini yeniden buldular.

Muriel ile Frederick uzunca bir süre, yalnız kaldıkları zaman seks yapmadılar.
Bu evre kapanmıştı, öyle dediler birbirlerine bir tartışma sırasında: şimdiye
kadar hiç böyle bir tartışma geçmemişti arlarında ve şimdi böyle bir
tartışmanın çıkması da zaten aralarındaki ilişkinin bittiğinin kanıtı gibi
görünüyordu. Öyle oldu ki, bu konuşma Frederick'in arabasında geçti. Yerel
hastanenin bağış toplamak için düzenlediği bir eğlenceden almıştı Frederick
onu. Althea partiye katılamamıştı. Çocuklar eskiden bayıldıkları bu tür
eğlencelere artık yüz vermiyorlardı. Muriel eğlenceye onların hepsinin adına
katılmıştı. Frederick de arabasıyla başka bir yerden eve dönerken onu almıştı.
Kış yüzünden nemli ve karanlık görünen küçük bir korunun kenarında Frederick
arabayı durdurdu: korunun kasveti kendi karanlık ve yaşlanmış dünyalarının
aynası gibiydi. Birdenbire, bir tek kelime bile konuşmadan kenilerini
birbirlerinin kollarında buldular -ve hemen sonra altlarında Frederick'in
ceketi, üstlerinde Muriel'inki çıplak yanakları ve kollarında parlayan
dallarından ıslak ağaç kabuğu kokusu sinmiş su damlacıklarının süzüldüğü genç
betula ağaçlarının arasındaydılar.

Psikolojiye ilgi duyan okurlar artık bu insanların çocuklarına ne olduğunu
merak etmeye başlamışlardır. İlk gençlik dönemlerine girmişlerdir, herhalde?
Evet, gerçekten öyle. Gençlerin ilk gençlik dönemlerinin dramları açısından,
dördü arka plandaki temel kişilikler durumuna gelmişlerdi. Büyüklerin
tutkuları çocuklarınkinin bir yansımasıydı; kendilerine ilişkin bilgilerinin
bir parçasını da şu gerçek oluşturuyordu: Frederick'in sürekli olarak aşık
olma ihtiyacını duyması ve bununla ilgili travmaları tabii ki hepsi birbirine
aşık olma ya da nefret etme durumunda olan beş güzel çocuğun büyükleri sürekli
bir uyarma altında tutmasından da ateş alıyordu.

Şunu da söylemeye gerek yok ki, geçmişteki, şimdiki ya da hayali sapmaları,
çocukların fırtınalı bunalımlarına olumsuz etkiler taşımıştır korkusuyla, iki
anne baba da kendilerini daha da suçlu, daha da yetersiz hissediyorlardı. Ve
bütün bunlar hepimizin, bir kez de burada tekrarlanması gerekmeyecek kadar,
iyi bildiği şeyler. Ama ne şiddetler yaşandı! Ne kavgalar! Ne acılar çekildi!
İlk gençlik böyledir, hepimiz biliriz, çocuklar da bilirler. Jones ve
Smith'lerin çocukları tam kendilerinden beklendiği gibi oldular. Ah o dramlar,
isyanlar, evi terketmeler, kırgınlık içinde geri dönüşler; ah o uyuşturucuya
başlama tehditleri; başladıktan sonra kurtulmak için tedaviye karar verme
dönemleri; gebe kalmış olma kuşkuları, okulu terketmeler, yeniden başlamalar,
dersleri serip toparlanmalar, anne babalarını, suratlarına bağıra bağıra,
aptallıkla, gericilikle, kalın kafalılıkla, dünyadaki bütün kötülüklerin
sorumlusu olmakla suçlamalar.

Ama senaryoda kriz olursa krizin sonu da olur. Sağlam bir orta sınıf ve o
sınıfın kurumları içinde ve bunun imkanlarından yararlanarak yetişen, iyi
okullarda okuyan onlardan ilgilerini esirgemeyen akıllı, zeki anne babalar
varken, bu beş güzel genç insanın işleri neden ters gitsin ki? Her şey yolunda
gitti. Hepsi iyi okudular, yakında üniversiteye başlayacaklardı. Anne
babalarının yarattığı temaların varyasyonları olmak dışında ne gibi bir
gelecekleri olabilirdi ki?

Yirmi yıl geçmişti.

İki doktorun Londra'da büyük bir ortaklığa katılma fırsatı çıktı. Klinik
kentin işçi mahalleleri bölgesindeydi ama bu iki kıdemli doktora Harley
Caddesinde ayrıca muayenehane açılacaktı. Doktor Smith ve Jones idealizmlerini
sürdürmüşlerdi, hatta bir çeşit sosyalisttiler; bu yüzden kendileri de
başkaları gibi Jeykll ile Hyde dedikleri bir varoluş tarzına boyun eğmek
zorunda kalırlarsa düşüncesiyle çok tedirgindiler.

İki aile Londra'nın kuzeyinde kocamanbir ev satın alıp içerden bölmeyekarar
verdiler. Ayrı evler almak durumunda bundan çok daha dar bir mekana sığışmak
zorunda kalacaklardı. Ve çocuklar artık kardeş gibiydiler, yeni eve taşınmak
gibi dışsal bir zorunluluk yüzünden ayrılmamalıydılar.

Londra'ya taşındıktan kısa bir süre sonra Henry öldü. Henüz elli küsür
yaşındayken ölmesinin hiçbir anlamı yoktu. Hep çok sağlıklı olduğunu düşünür,
kendisini neredeyse ölümsüz bir varlık gibi görürdü. Ama hep çok sigara
içerdi, epey şişmanlamıştı, ve çok çalışıyordu. Henry'nin bir kalp krizi
geçirmesi için bu sebeplerin yeterli, Muriel'in de kırk yaşlarında dul
kalmasının normal olduğu düşünüldü.

Muriel on sekiz yaşındaki oğlu, on dört yaşındaki kızıyla birlikte, satın
alınan büyük evde kaldı. Althea ile uzun uzun tartıştıktan sonra Frederick
Muriel'e destek olmak üzere bir sürü düzenlemelere girişti. Eğer kalpten ölen
Frederick olsaydı, Henry'nin de Althea ile üç çocuk için yapacağı gibi,
çocuklara babalık edecek, aileye destek olacaktı. Öyle de olurdu: Frederick'in
yapısı ve alışkanlıkları Henry'ninkilere çok benzerdi. Frederick açık
etmiyordu ama çok korkmuştu, daha az yemeğe, daha az sigara içmeye, daha az
çalışmaya ve her şeyi daha az dert edinmeye karar verdi.

Ama bu arada büyüyen sorumluluklarını karşılayabilmek için Harley Caddesine
iki tam gün dışında sabahtan öğleye kadar bir başka gün daha gidiyordu. Muriel
onun ve aynı muayenehaneyi paylaşan iki başka doktorun sekreterliğini
üstlenmişti. Frederick yoksul bölgedeki klinikte de çok çalışıyordu. Para
ülkesi Harley Caddesinde geçirdiği zamanı kapatmak için akşamüstü saatlerini
ve gece vizitelerini üzerine almıştı. Şimdi artık Muriel'le Frederick birlikte
çalışıyorlar, ve büyük bölümü ortak yaşanan aile hayatında da sürekli
birbirlerini görüyorlardı. Muriel Frederick'le Althe'dan daha çok beraber
oluyordu.

Ve şimdi artık Muriel dul olduğu, daha çok fırsat çıktığı için cinsel
ilişkileri iyi bir evli çiftin cinsel ilişkisi kadar düzenli hale gelmişti.
Muriel bu konuyu düşünmüş, Frederick'in onun cinsel yönden yoksun olduğunu
hissederek, ikisinin arasındaki cinsel hayatı "hızlandırdığı" sonucuna
varmıştı. Çok eşli evlilikte dostça yürüyen cinsel ilişkiler böyle bir şey
miydi acaba? Onu bunları düşünmeye iten şeylerden biri, şimdi tıpkı evli
çiftler gibi olmalarıydı: örneğin birbirlerine sokulmaları, Harley Caddesinde
işler bitince bir iki saat orada oyalanmaları, birbirlerine sarılıp günün
sorunlarını tartışmaları, ya da Hampstead Heath'a kadar uzanıp çocukları
konuşmaları, tıpkı evli insanlar gibi aralarında sıcak ve tatlı bir paylaşma
duygusu geliştiriyordu.

Ama Fred bu tür bir yakınlığı özlüyor olamazdı, ondan esirgenen bir şey
değildi bu. Fred'in bunu Muriel'e vermesi bilinçli bir kararın, iyi
yürekliliğinin bir sonucu olmalıydı.

Ara sıra üçü birbirlerine, yaşadıkları şeyin -ama aslında bunu yalnızca ikisi
biliyordu- çok eşli bir evlilik olduğunu söylüyorlardı.

Başkalarının da bulunduğu toplantılarda insanların evliliği, Batılı insanın
evlilik sorununu, kadınların kurtuluş mücadelesinin yarattığı sorunları, tek
eşli evliliği, evlilikte sadakat konusunu, eşlere söylenip söylenmemesi
gereken şeyleri tartıştıklarında bu ikisi ya susuyor, ya da kendilerine
rağmen bir takım öfke belirtileri gösteriyorlardı -asla izin vermeyecekleri
düşünceler önlerinde tartışıldığında bazı insanların yaptığı gibi.

Hem bu kadın hem bu erkek, ikisi de hoşlanmadıkları bu tür düşünceler
konuşulduğunda, şu ünlü Batılı evlilik sorunu üzerinde aklı başında, zekice
fikirleri hepimizden daha az benimsemediklerini belirten, "Bu kadarı da saçma,
tam bir ikiyüzlülük" gibi sözleri akıllarından geçirdiklerini, bazen bunu
yüksek sesle söylediklerini bile biliyorlardı.

Muriel Fredercik'le evliolduğunu ancak yenidenevlenme konusunu düşünmeye
başladığında farketti: ama 45 yaşında bir kadınla, hele beklentilerinin çok
yüksek olduğu bir çağa gelmiş iki çocuk annesi bir kadınla evlenmek isteyen
pek olmazdı. Yeniden evlenmeyi hayal edemezdi: bu onun Frederick'le
evliliğinin sonu olurdu. Herhalde üçü birlikte böyle devam edeceklerdi, böyle
yaşlanıp gideceklerdi, içlerinden biri ölene kadar. Konuyu Muriel'in düşünme
biçimi böyleydi.

Frederick: Muriel haklıydı, elbette eski dostununyalnızlığını inceden inceye
düşünmüştü. Herhalde yeniden evlenmeyecekti: ne de olsa erkeklerin sayısının
kadınların sayısından fazla olduğu bir kuşağın insanı değildi. Hem onda çok
bağımsız, çok beni ellemeyin diyen bir yan vardı. Uzun sessizliklerinde bir
meydan okuma sezilirdi. Yeşil gözleri hep gerçeği açıkça söylerdi. İnce uzun,
kızıl saçlı (boyuyordu artık) bu kadın insanların dikkatini çekerdi; güzel ya
da çarpıcı denirdi, kuvvetli sıfatlar kullanılırdı onun için. Düşmanları
erkeksi, katı yürekli derdi; dostları, şakacı. Frederick onun bu niteliklerini
beğeniyordu ama bunlar aynı zamanda Althea'nın öbür yarısı gibi olmasaydı, bu
kadar beğenir miydi acaba? Herkesin ve kendisinin "küçük" dediği Althea.
Sevgili küçücük Althea.

Muriel'e elinden geldiği yakınlığı gösteriyor, verebildiği cinselliği
veriyordu, tabii Althea'ya da daha azını vermeden. Yıllarca Muriel'le
karmakarışık bir ilişkisi olmuştu, karşılığında hiçbir şey ödememişti. Ama
Henry'nin ölümünden sonra artan sorumlulukları arasına girmişti Muriel,
çocuklarla birlikte. Muriel'e hayrandı -elbette ona aşık olduğundan hiç
kuşkusu yoktu. Çocukları da kendi çocukları kadar sevdiğini biliyordu.
Kendisini alabildiğine bu insanlara vermiş olmasından ötürü kinlenmiyordu, ama
içini kemiren bir başka şey vardı. Şimdi Frederick'in içinde taşıdığı güçlü
duyguyu ne karısı, ne de Muriel biliyordu. Frances denilen kıza -şimdi evli
ve iki çocuk sahibiydi- duyduğu özlemdi bu. Sahip olduğu iki kadın da bunun
onda ne kadar derin bir iz bıraktığını anlamamışlardı. İşin olup bittiği
sırada kendisi de farkına varamamıştı bunun.

Şimdi yıllar sonra ona hayatı ikiye bölünmüş gibi görünüyordu, karanlık ya da
daha doğrusu dümdüz bir gri ile aydınlık arasında -Frances. Ağır, güç, yük
gibi taşıdığı her şey ile zevk arasında -Frances. Gerçek hayatında hiçbir şey
zevkten kaynaklanmıyor, hiçbir şey zevki beslemiyordu: başka bir yerde bir
tatlılık, bir yumuşaklık vardı, yalnızca bir kez Frances'i sevdiği sırada
tatmıştı bunu.

Ama artık, Frances'in başka bir şeyin yerini tuttuğunu, bu kızın da aslında
sevimli, sıradan bir insan olduğunu biliyordu. Bir şeyin yerini tutmuş
olmalıydı o. Bir insanın böylesine güçlü ve ateşli bir özlem, istek ve ihtiyaç
duygusunu yüklenmesi zaten mümkün değildi. Zaman zaman, kendisine beden ve ruh
sağlığı bakımından bir çeki düzen verme dönemine giriyordu, çünkü bütün
bedenini saran acı, fizikseldi, ya da bazı sabahlar kötü bir rüyayla
uyandığındabir kaç santim ötede öbür yastıkta uyuyan Althea'nın yüzünü görmek
yalnızca kaybolmuş bir şeyin acısını duyuruyordu ona ve öyle zamanlarda, kendi
kendine şöyle diyordu: bütün bu acıyı, hayatımda bir kaç ay aşık olduğum bir
kız yüzünden çekiyor olamam. Ama gene de bütün bunların bıraktığı duygu
böyleydi: bir yanda yaşadığı gerçek hayat, öbür yanda "Frances".

Aklı ona söylemesi gereken her şeyi söylüyordu: Frances için Althe'yı
terketmiş olsaydı, ya da Frances onunla evlenmek gibi bir budalalık etmiş
olsaydı, gene kısa bir süre sonra Frances de paylaşılan o yastıkta, bildik,
sevgili bir yüz haline gelecek ve Frances'in şimdi temsil ettiği şey başka
bir insana kayacaktı.

Ama duyguları böyle değildi. Bu kadar çok çalışmasına karşın -şimdi aslında
iki işle uğraşıyordu, bir yanda hala yardımını esirgemediği, cahil ve
yoksullar, öbür yanda zenginler, ve iki kadının bütün duygusal ve fiziksel
ihtiyaçlarına şefkatli bir sevgi ve anlayışla cevap vermesine; ve beş çocuğa
iyi ve düşünceli bir baba olmasına karşın hiçbir şeye sahip değilmiş, her
şeyden yoksunmuş gibi hissediyordu kendini.

Althea.. şimdi kendimizi onun yerine koyuyuruz, ya da onun gözleriyle
seyrediyoruz her şeyi, işin içindeki masum taraf. Bu üç insan Henry'nin
ölümüyle birlikte çok fazla iş yüklenmişlerdi. Muriel çalışmaya başlayınca
bütün o kocaman evin işlerini yürütme, çarşıya çıkmaktan yemek pişirmeye kadar
ve her an çocukların başında bulunmak Althea'ya kalmıştı. Buna çok üzüldüğü
yoktu, çünkü hiçbir zaman meslek edinmek istememişti. Ama yaptığı iş dezordu
ve çok geçmeden sıkıcı, eve hapsolmuş bir hayatın içinde buldu kendini.
Üstelik çocuklar da artık büyüdüğü için gelecekten bekledikleri de azalıyordu.
Ama asıl sıkıntısıyla karşılaştırıldığında bütün bunlar hiçbir şey değildi:
Althea her zaman kendi güzelliğine çok önem vermiş, bu tutkusu yakınları
tarafından da hep beslenmişti. Daha az beğenilmediği halde gitgide azalan
güzelliğini daha çok arıyordu. Yakın bir zamanda artık yaşlı bir kadın
olacağı, Frederick'in onu istemeyeceği düşüncesine dayanamıyordu. Aynanın
önünde geçen tajik anları ve yetmezlik duygusunu kocasının ona gösterdiği
sıcak ilgiyle karşılaştırdığında makul davranmadığını biliyordu. Eh, ne
yapalım, herhalde "değişme" dedikleri de buydu.

Bir sürü tıp kitabı okudu, kocasının tanımdığı bir doktora danıştı, ilaçlar
aldı ve duygusal durumuna, düşündüğü ve duyduğu her şeye, geçerliliği olmayan
bir belirti gözüyle bakmaya başladı.

Çünkü kocasıyla ilişkisinin, sıcak, iyi, -harika- olduğunu biliyordu.
Başkalarınınki kırılıp dağılırken, biliyordu ki kendi evliliği sapasağlamdı.

Ama hayatına baktığında, geçmişe döndüğünde o da gördüklerini ikiye
ayırıyordu. Onun için güneşin aydınlattığı yer, genç doktorla ilişkisinin
olduğu taraftaydı. İşin fiziksel yanından ötürü pişman değildi; hayır, mesele
olayı kocasına anlatmamış olmasındaydı. Bu konudaki suçluluk duygusunu zaman
azaltmamıştı. Frederick'le o, tam bir güven ve inancın hüküm sürüdğü eşsiz bir
dönem yaşamışlardı. Sonra Althea kendisi bunu yıkmaya karar vermişti. Frances
denen kız böylesine aşık olmasının sebebi kendisiydi. Frederick şu ya da bu
zaman birisine aşık olacaktı; tabii herkesin başına geliyordu bu, kendisine de
olmamış mıydı? Ama neden bu kadar şiddetle? Bunun sebebi aralarında çok önemli
bir şeyin eksik olmasına bağlıydı. Ve bunun ne olduğunu kendisi biliyordu: ona
yalan söylemişti, ona güvenmemişti.

Şimdi aslında hak ettiğinden çok daha fazlasına sahipti. Onu başka bir insanla
paylaşmak -biraz Muriel'le- zorunda kaldıysa, o halde bunu hak etmiş
olmalıydı. Ayrıca kendisi, Althea dul kalmış olsaydı o da Henry'e
yaslanacaktı. Başka kim olabilirdi.

Bazen Althe o genç doktoru Frederick'e anlatmayı düşünürek korkunç anlar
yaşardı; ama bu saçma, gereksiz olurdu. Şimdi bütün bunları anlatsa elinde
kalanı da mahvedecekti. Şu sözü söylemek: on yıldır sana yalan söylüyorum,
bunu gerçekten yapabileceğini hayal bile edemiyordu.

Bazen başkaları evliliklerini anlattığında sadakatsizliği çok hafife
aldıklarını düşünürdü. Yalanları da. Althe bu konuda bu kadar üzüldüğünü acı
çektiğini, kendini tükettiğini düşündükçe, durmadan kendi kendine, bende bir
gariplik olmalı, diyordu.

Örneğin karılarını değiş tokuş eden kocalar vardı. Bir sürü insan bir arada
sevişmekten çekinmiyorlardı. Bazıları evliliklerinin bu yolla sağlamlaştığını
söylüyorlardı. Belki de gerçekten öyleydi. Belki kendisi ve Fred başka eşlerle
ilişki kursalardı.. Kimlerle? Muriel ve Henry ile mi? Hayır, bu çok tehlikeli
olurdu, birbirlerine çok fazla yakındılar. Eş değiştirenler herhalde bu işe
aile çevrelerinin yakınlarını sokmuyorlardı. Ama sorun burada değildi, sorun
yalan ve aldatmadaydı.

İşin aslına bakılırsa kendisi hakkında gerçeği bilen tek kişi vardı: Muriel.
Muriel genç doktor işini ve bütün o yıllar boyunca yalan söylediğini
biliyordu. Bir kadın arkadaşının kocasından daha yakın olması ne garipti.
Katlanılamaz bir şeydi bu! Dayanılmaz bir şeydi. Şu sözleri söyleyebilmek
Althea'ya korkunç geliyordu: Muriel'e Frederick'ten daha fazla güveniyorum:
bütün davranışım bunun böyle olduğunu kanıtladı.

Tabii zaman zaman aklına Frederick ile Muriel hakkında kötü düşünceler de
geliyordu. Son zamanlarda kıskanmaya -çok değil, azıcık- başlamıştı. Çünkü
Muriel Frederick'le birlikte çalışıyordu.

Üçü birlikteyken, Althea bu ikisine, kocası ve en yakın arkadaşına bakarak sık
sık şöyle düşünüyordu: eğer ölürsem bu ikisi mutlaka evlenirler. Bunda bir
kıskançlık yoktu, ama kabul edişi.. Aslında böyle durumlarda daha çok
Muriel'in söylemesi gereken bir cümle çıkıyordu ağzından: Bizimkisi, galiba
bir grup evliliği.

Ama Althea ikisinin arasında cinsel bir ilişki olduğundan kuşkulanmıyordu.
Frederick Muriel'i çekici bulduğunu sık sık söylerdi. Ama o tür şeyleri
insan sezerdi. Bunca yıl boyunca aralarında bazı şeyler geçmişti, mutlaka:
bir iki öpüşme? Belki bir partiden sonra biraz daha ileri gittikleri olmuştu.
Muriel'e sonuna kadar güvenirdi: Ama daha fazlası olamazdı. Bu ikisi onu
aldatmayı asla düşünemezlerdi. İçine ne atsan kaybolacak bir kuyu gibiydi eski
arkadaşı. Muriel hiçbir zaman dedikodu yapmaz, hiçbir zaman insanları
suçlamazdı. Eğer öyle bir kelime varsa, Muriel dürüstlüğün simgesiydi.
Frederick'e gelince, o aşık olduğunda yalnızca karısı değil bütün dünyanın
haberi olmuştu. Duygularını saklayan, saklamak isteyen biri değildi o. Ama
asıl mesle şuydu: üçü birden bir sorumluluk, dürüstlük ve sıcaklık ilişkisi
içinde yaşıyorlardı, bu konum aldatmayı içeremezdi. Bunu düşünmek bile
imkansızdı.Öyle ki Althea bunu düşünmüyordu bile: cinsel bir kıskançlık
değildi duyduğu.

Ama utandığı bir şey duyuyordu. Ve sessizce, gizlice kendi kendine bununla
boğuşuyordu. Henry hiç haber vermeden, sapasağlam görünürken ansızın öldüyse
Frederick de böyle yapamaz mıydı?

Sık sık geceleri korkunç rüyalarla uyanıyordu: Frederick vizite çıkmışsa
yanındaki boş yatağa bakar, gelecekte hep böyle olacağını düşünürdü. Sonra
merdivenin başına kadar iner Muriel'in ışığının yanıp yanmadığına bakardı.
Genellikle ışık açık olurdu. Merdivenleri inip onun mutfağına giderdi.
Frederick gelene kadar çay, kakao gibi bir şeyler içerlerdi. Muriel ona niçin
geldiğini sormazdı, hep neşeli yatıştırıcı bir şeyler söylerdi, çok iyi
yürekliydi. Hep çok iyi yürekliydi. Frederick'in işinin olmadığı bazı ender
akşamlar üçü birlikte otururlardı. Althea sofrayı topladıktan sonra gelip
ikisine katılırdı. Dertli yüzlü, gözlüklü kocaman bir adam, lambanın yanında
oturmuş, tıp dergilerini karıştırıyor. Artık izleyemediği yeni buluşları
yakalamak gibi gecikmiş ve yararsız bir çaba içinde! Veya çocukların ödev
yapmasına ya da psikolojik bir sorunu çözmeye yardımcı olan, enerjik, diri bir
kadın. Althea bazen bu odayı merkezi oluşturan Frederick olmadan gözünün önüne
getirirdi. Kendisi ve Muriel çocuklarla yalnız. Evet, bu işin sonu böyleydi,
birlikte yaşlanan iki kadın, ve çocuklar -çok geçmeden büyüyüp evden ayrılacak
olan çocuklar.

Bir erkek, tıpkı Henry gibi kaşla göz arasında kaybolup gidebilirdi.

Frederick'in klinikte ya da vizitte olduğu ve bütün evdekilerin onu beklediği
uzun geceler boyunca, Althea odanın bir köşesinde oturan Muriel'e bakıp şöyle
düşünmekten kendini alamazdı: Gelecek felaketler kendilerini önceden sezdirir.
Bunu hissetmiyor musun?

Ama Muriel başını kaldırıp ona gülümser, herkese çay yapmayı teklif eder,
Frederick'in arabasının sesini işittiği ve artık kendisinin de yatma zamanı
geldiğini çünkü biraz yorgun olduğunu söylerdi -çünkü ince düşünceli bir
insandı, istendiği sürenin dışında akşamları onlarla birlikte oturmazdı.

Ama işte bu bizim geleceğimiz diye düşünürdü Althea. Onların ikisinin
geleceği, kendisi ve Muriel'in geleceği, birbirlerine aitti.

Bunu biliyordu. Ama bu nörotik bir düşünceydi, bunu bastırmayı öğrenmeliydi.


Defter, Şubat - Mart 1988, #3
Çeviren: Taciser Belge

Doris Lessing
Defter Dergisi sayı 3, şubat-mart 1988


Doris Lessing'den 'Pek Sevimli Olmayan Bir Hikaye
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=19
Emre Sururi tarafından, 05/11/2000 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr