Epigraf, Uzak Ülke projesinin elemanıdır

Acı çekmek ruhun fiyakasıdır. | İsmet Özel

Eda'bi Mektuplar 2 / Emre Sururi



1.
Uzun, çok daha uzun gecelerim oldu bir o kadar uzun ve bir o kadar da güzel
kadınlarımla. Bazısı sarı saçlı, bazısının kestane, bazısının göz rengini bile
hatırlamam şimdi. hatırlayamam.. hem acaba kaçı
Işıklar söndü, belli ki yazımdan. Zaten herşey hep basit bir
elektriklenmeyle oluverirdi. Önce iki çift göz karşılaşır, sonra eller,
dudaklar, vesaire, vesaire, alnımdan akan bir damla terde bile acaba kaç
kişinin borcu var. Kaç milyon damla gözyaşı dökülmüş kundağıma kim bilebilir
ki. Kanla suladıkları topraktan nasıl olur da bekleyebilirler hasat almayı ne
olur unut beni, bu geceyi, o mercimek ve de kendini..
Belki de Bora bile ölüyordur şimdi, tıpkı kedinin bir koltukta uyuklaması
gibi. Keşke keşke ben de diyebilseydim. Keşke yapmaktan esef duyduğum bir
anım, bir mabedim ki kapıları kitli olsaydı. Karanlığın sardığı ve de sarmakta
olduğu dört bir yanımı keşke kahveler ısıtmaya yetseydi. Keşke keşkelerin
gerçekleştiği/rildiği bir dünya kursaydık. Keşke ilk adem ben, havva kaburga
kemiğim olsaydı yeniden. Ey yolcu, bir kez daha sesleniyorum sana; ey! Ey! Ey!
Heeey!

-----
2.
ve sen dilara, beni neden bıraktığını bilmek isterdim; hem de hemen, hem de
şimdi. (...) şimdilerde pek öyle içimi kasıp kavuran şeylerle rastlaşmıyoruz
pek. siyah-beyaz filmlerin sonu gibi tıpkı, bir yolda karşılaşıyoruz günün
birinde ve sen başını yana çevirip öylecene yanımdan geçip gidiyorsun
(kayıveriyorsun). Mavi gözlerini görememek zulüm ama asıl mesele bu da değil.
Ve dilara şunu biliyorum ki sevgilim, benim yataktan her kalkmamla senin
içinin kıpırtısı biraz daha artıyor. Kaç yıl oldu ama hala kalbin benim için
çalıyor en ahenkli, ritmik parçasını.
ben,bora,sen
sende kaldığımız gece.
21.12.'95 olması lazım

-----
3.
anlaman da gerekmez zaten, geri kalanlar da yeterdi bana. Seneler var ki balık
tutmadığımı anımsadım birden. çığlık, alkış, konser ve bir intiharı
canlandırmak isterdim bu gece. Nasıl bir şey, nerede ne zaman olabilir ki, kim
bilebilir ki? Ne de güzel şeyler olurlar hep bu ikizler, anlamsızlık için özür
dilerim, ısınma turlarıydı bunlar, ısınma turları bunlar. Bu dünya belki de
gerçekten de söyledikleri gibi yok galiba. Bursa'yı unut mesela; o sevmediğin
sokaklar hiç olmamış meğerse.. sokaklardaki insanlar da yok, yok.. yok, yok
galiba. Yalnızlık var sadece; yalnızlık, ama bizim olmayan bir yalnızlık.
Yalnızlığını gidermek, oyalanmak isteyen YALNIZ bir tanrının kurbanıyız belki
de. Ya da ben varım ve de sen yoksun. Ya da öyle ya da böyle yalnızlık var.
Sittin kere biri var ve diğerleri yok demek istediğim. Ulan bunu sen istedin!
TANRI DA YOK ASLINDA. Yalnız bir zamansızlık, yalnız bir boşluk, yalnız bir
hiçlik düşün, yalnızlığını gidermek için yalnız bir tanrı yaratan.
------
4.
YANİ YALNIZ BİR BENİN YARATTIĞI SEN.
zaten öyle ya da böyle ölmüyor muyuz sanki? Bilmek neyi değiştirir ki?
Öleceğim ben hem de bensiz bir şekilde, kendimi bulamadan, öylecene bir
şekilde.
+Yalnız bir insanın giderebileceği tek şey diğer yalnız tarafını bulmasıdır+

"Öyle kadınlar tanıdım ki zaten yoktular" ttla ian.

"nedense bir yalnızlık var", dedi yağmuru ıslatan şemsiyeler. "Bir şekilde
ölüyoruz ve bir şekilde de zaten yokuz." "seçimini yap" dedi beriki.
şimdi yalnızdılar ve de yağmurun yağmasını bekliyorlardı.

Hani bir gece seninle miydi - şimdi tam olarak hatırlamıyorum- çimenlere
uzanıp yıldızları saymaya kalkmıştık..
işte o gece aklıma bir fikir gelmişti,
bu yıldızların üstümüze düşmesini dilemiştim içimden. Üstümüze gelecek
olsalardı -hatırladım o yanımdaki sen değildin- çünkü belli bir zaman sonra
herkes aynı anda ölecekti (kadınlar ve çocuklar dahil), önce bi güzel seni
(yanımdaki o'yu) öldürürdüm sonra da çıkar bir duş alırdım, müzik teybim
yanımda. özür dilerim bir süredir saçmaladığımın farkına daha yeni vardım.
bugünlük bu kadar yeter sanıyorum.

hoşçakal!

------
8.
something's (has) left my life
and I don't know where it went to...
didn't you see me, didn't you hear me
didn't you see that I was standing there
why did you turn on the lights,
didn't you know that i was sleeping
empty-y-y-y-hiyiy-

tefrika_tünel_ernesto sabato

TÜNEL
Juan Pablo Castel, hapisten, işlemiş olduğu cinayeti anlatıyor.
Resimlerini sergilediği İlkbahar Galerisinde karşılaşmış olduğu Mari
Iribarne'yi öldürmüştür. Sergi sırasında, kendisine yabancı olan bu kadının
reimlerinden birine gösterdiği özel ilgiyi farketmiştir. Kısa zaman sonra
onunla Buenos Aires sokaklarında karşılaşır ve yanına yaklaşır. Kadın metresi
olur. Ama Maria Iribarne sürekli Castel'den kaçmaktadır. Castel, yavaş yavaş,
yalnızlığın ve kıskançlığın «tünel»ine saplanır. Sonu cinayete varır.

Ernesto Sabato, 1911 yılında Arjantin'de doğdu. Bilim ve felsefe eğitimi
gördükten sonra, savaş öncesi Paris'te iki yıl kaldı ve orada
gerçeküstücülerle tanıştı. Arjantin'e dönüşünde, görecelik üzerine
çalışmalarını sürdürdü. 1948'de ilk romanı Tünel yayımlandı. Onu Alejandra
(Sobra heroes y tumbas) ve Karanlıkların Meleği (Abbadon el Exterminador)
izledi. Bu üç romanın bir araya gelmesiyle büyük bir üçlü roman oluşmaktadır.
Bugün Buenos Aires'te yaşayan Ernesto Sabato, çağdaş Latin-Amerika
yazarlarının en önde gelenlerindendir.

çok yakında,
Bu sayfalarda..
--------
9.
nedense, hep, şöyle ya da bu şekilde izlendiğim hissine kapılıyorum. Sonra
mevsimlerin değişmesi gibi birşey, hissetmiyorsun değiştiğini, sanki doktor
hangi dizine vurursa vursun hep sağ ayağının kalkması gibi. Geceleri bol bol
rüya görüyorum ama bu bir şey ifade etmiyor ki. herkes düş görür, hem
insanlar rüyalarında da boşalırlar. Boşalmak istiyorum, su yolumu kestim,
üstünden atlıyorum, bir çöldeyim şimdi; toprak çorak, kurak ve serin.
Virgüllerin iktidarı bu dostum, başka bir şey değil. Göz bebeklerini
görmekteyim
şimdi
bu
kalemi takip
ediyorlar; bu kalem


nereye giderse gitsin onun


peşinde. iki odak

(belki de miyoptur kim
bilir!).

adımı sona sakladım çünkü ışıkların kapanması halinde ne bok yiyeceğimi
bilmiyorum. bitti.

P.S./Hamiş: Buraya kadar günün tarihi 23.12.'95/Cts idi, ama bundan sonra ne
olur bilemem.
B.En.

---------
10.
- peki ben çatıdayken
ne diyeceksin,
"atlama" mı?
sayfa altı.
---------
10,5.
Okyanuslar diyelim adına. Uçsuz bucaksız, sınırlarında gemileri yuttuğu iddia
edilen canavarlar varsayalım. Bir gemi, bir sürü yelkeni olan.. düşünelim.
Şimdi ben varım, o gemi var, ben o gemiye biniyorum, birileri kıyıdan el
sallıyor, karşılık vermiyorum, ne oel sallayanı, ne de o kıyıyı bir daha
görmeyeceğim, dahası gemi batacak, canavarlar yutacak onu.. Bi ihtimal, hani
olur ya, bakarsın canavar manavar çıkmaz, bir balta edineceğim kendime; hani
nereden de bulduysam, gemi batacak ve ben öleceğim. Nokta, stop.
Orasını mer

hava sıcak, yaz, deniz...






Eda'ya en derin, en içten, en psikolojik,
en bi posta-moderen
duygusamalarla...
Emre Sururi


- when masturbation's (has) lost its fun -
greenday - longview.

----------
11.
yirmidört aralık bin99beş. bir 34 piem.

Yılların ötesine kayıp geçsek ne görürüz acaba? Cesedimi bulabilir miyim ya da
intiharımın sebebini? Sonra seni acaba ora-da-da görebilir miyim fazla
kalmamak şartıyla. Asimovun hikayelerinden kaçmış, bunalımlı bir kahraman gibi
aynı anda hem zeki hem de seksi olabilir miyim ha? Ne dersin. Eski aşklarımı
özlüyorum şimdi. Tutunacak 3 dalım vardı, ikisini kestiler, biri kaldı şimdi
tek başıma uçurumlardan sarkıyorum. "Help!" I cry. Help me Ple-e-e-ase! Çok
yükseklerden düşüp de burnum kanamasın. Olur mu böyle bir şey. Eric Clapton'un
çocuğu ikinci Newton'dur kanımca. Postu deldirdik, bi modernliğimiz kaldı gibi
görünür; buralardan, yani demek istediğim senin az önce oturduğun o
iskemleden. Oysa herşey ne kadar da kolay senin için. Sana göre; bir insan
daktilosunu verirse sana -PAT!- bu seni sevdiğini gösterir, öyle mi ha?
Nargile içildikten sonra, Bursa sokaklarında hiç durmadan şarkı söylemesi de
seni kıskanıyor olduğu anlamına gelir..
Cevap ver bana, öyle geliyor di mi sana?
ama hayır. öyle değil bana sorarsan. ya siyah ya da beyaz.. değil. Birazcık
daha düşün, herhalde bulursun henüz benim bulamadığım soruların yanıtlarını.
N'olur biraz daha.. lütfen. (üç noktaların virgüle muhalefeti).
Bir uçak havalanırken kaç kuş ölür acaba? Olimpiyat ateşi yakılırken
Seul'da kaç güvercin kızardı acaba?
Hayır. Ortada seçim bile yok. Bir akış var. durgun bir suyun alttan ağır
ağır akması gibi bir şey bu bana kalırsa. Ya da şu ya da bu. Ama sonuçta işin
içinde bir tilki sinsiliği var gibime gelmiyor da değil.
Frank Sinatra ve Franz kafkaesk bir şeyler yazmak istemiştim
ama görüyorsun ki elime yüzüme bulaştırdım. Sabahları
annanemin sobada kızarttığı ekmeklerle ederdik kahvaltımızı.
Yılbaşı geceleri mısır patlatırdık durmadan tombala oynardık.
Ben küçüktüm ve herkes birbirini severdi. Bir yılbaşı küsüp
erkenden girmiştim yatağa. Başka birinde gözlerim
iltihaplanmış mıydı neydi, ılık sularla açılabiliyordu ancak.
Sonra ilkokul sıralarında şampanya içip kırmıştım bardağı. Ah
defne.. ah en defne eda .. Her 24,
pardon, 15 kasımda (24 haziran benim doğumgünümdü) hiçbir şey
anlamadan yaşlandırırdım seni. beni hatırlıyor musun acaba..
hala (ışıkları söndürmeyin lütfen çünkü karanlıktan korkarım).
B.En.

-------
12.

bir kadehe tamamıyla dolana değin şarap koyduğunu düşünelim.
şimdi kır onu.

Ve ben büyüdüm bir gece.
----- ----- ----- ----- ----- ----- ----- --- -- -- -
Saçını taradığın tarakla gömsünler seni çünkü bu dünyada en çok o anladı seni.
Hep aynaya baktın onu kullanırken düşündün çünkü. Elimde ne vardıysa verdim,
benim değillerdi çünkü. Anarşist bir bulutum ben, serkanışının bana yazdığı
gibi. Ne zaman yağacağım belli olmaz, çok sık ağlarım çünkü. Bu sayıda (eda'bi
mektuplar, sayı:2) Cemal Süreya yok galiba ama olsaydı eğer "Gömmeden önce
biraz gezdirin beni"yi koyardım herhalde. Heralde. Her neyse. İlk aşkım, son
aşkım, farkına varmayışım. defne. Hiç yoktan yoktun sen. Kimse tesellini
veremedi bana. Hep amorti sevgilerle yettim kendime. Ukteyi büyüttüm, askerlik
çağına getirdim. Elinden tuttum. dilini tattım bir başkasının. Gözlerimi
gözlerinde bir daha asla göremedim sevdiğim. Sevdalım. Aşk-ölüm-yalnızlık. Bir
çifte, otuz iki diş, bir damak, beyin, kafatasının parçalanması. dayv, dayv,
day with me. Kurt Cobain. LSD öldürür diyorlar ama suyun bile yaktığı bir
beldede ölüm dediğin nedir ki kandırmaktan başka.. nedir ki ölüm?
tek kişilik coğrafya'da yalnızlık.
yalnızlık diyorlar adıma yalnız adam. neden sen yoksun. ve herşey bu kadar
da sonsuz, uçsuz bucaksız mavi değil de turkuaz-yeşil, portakal?

------
13.

bir
bilge öldü-
ğünde ardından
kaç kişinin ağladı-
ğını artık biliyorum...
merak etmiyorsun değil
mi oysa. Neyse ben yine de cevap
vereceğim... Hiç. bunun sebebi ne?
Sebebi bilginin mutlak kötülüğü
madem bunlar eda'bi mektuplar, sana
bir bilgi vereyim Eda; bilmenin ve de bilgi-
nin getirebileceği yegâne şey mutsuzluktur.
çünkü bilgi sana yalnızlığını, ne kadar da
yalnız olduğunu, yalnızlığının ne kadar da aşıla-
maz olduğunu öğretir. Bilgi kötüdür. Bilmemek lazım
bize; daha mutlu, daha müreffeh bir türkiye için.
C E H A L E T !
son-
ra adam kadına dö-
ner ve söyle-
diği son söz "neden
?" olur, akabinde ye-
re düşer ve halının ü-
zerine kan bulaştırarak ö-
lür. Kadın onu öldürmüştür.
Ama BİLDİĞİ tek şey adamı ken-
disinin öldürmediğidir. Ağlar. Işıklar
iki kere yanıp söner. Arkadan bir ıslık
sesi işitilir. Ekran kadının suratında donar.

Ve... PERDE!


ölüm nedense hiç başımıza gelmeyecek gibidir ama hep birileri ölür.
Gaziosmanpaşa'da o gün kaç kişi toplanmıştı? 150 bin mi? sadece 33 kişi öldü.
150 binin yanında 33 kişi nedir ki? onbinde 22. Ama doğru (gerçek) olan şu ki,
33 kişiyi bir daha kimse görmedi, onlarla bir daha kimse konuşamadı.Bang!
Bang!

tek istediğim birazcık daha
uyku ve uyumak
ve uykusamak, belki bi de
(ama sırf kafiye
maksadıyla)
uyumsamak + uyum sağlamak!

Asla..


bir kuş ve bir
kedi, usulca bir
köşede
seviştiler...

------
14.


«...her ne olursa olsun, yalnız bir tünel
vardı, karanlık ve tenha: benimki.»


------
15.

I.

Juan Pablo Castel olduğumu söylemek yetecek, Maria Irıbarne'yi öldüren
ressam; sanırım, dava tüm belleklerde kalmıştır ve şahsım üzerine daha
fazla şey söylemek gerekli değil.
Gene de kişilerin neyi anımsayacakları bir bilinse, hem de niçin!
Gerçekte ben ortak bellek olmadığını hep düşünmüşümdür, insan soyu için bu,
bir kendini savunma biçimi olabilir. Şu pek bilinen «ne iyiydi o eski
zamanlar», hiç de geçmişte mutsuzlukların daha az olmadığı anlamına gelmez,
ama bunlar hemen unutuluverir. Kuşkusuz, bu deyimin evrensel bir değeri de
yoktur; örneğin ben, öncelikle kötü şeyleri anımsamaya düşkünümdür, o denli
ki, neredeyse: «ne kötüydü o eski zamanlar», diyebilirim, ne var ki, şimdiki
zaman da bana geçmiş kadar korkunç gözüküyor; öyle utanmaz acımasız suratlar,
öyle çok kötülükler anımsıyorum ki, benim için bellek, iğrenç bir utanç
müzesini aydınlatan titrek ışık gibidir. Şöyle ya da böyle herhangi bir kısa
haber okuduktan sonra, atölyemin karanlık bir köşesinde, kaç kez, saatlerce
öyle bitkin kalmadım mı! Fakat, aslında, insan soyunun en utanılacak gününde
daha temiz, daha zararsız kimselerdir; ama ben bunu, kendim de bir insan
öldürdüğüm için söylemiyorum: bu, bende, temiz ve derin bir inançtır. Birisi
kötü mü? Pekala! Temizleyiverirsin, işte o kadar. İyi bir iş, diye buna derim
ben. Bu kişi zehrini akıtmayı sürdürürken, onu temizleyecek yerde, anonim
mektuplara, kara adamlara ve bu türden başka alçaklıklara baş vurarak eylemine
karşı çıkmak istemenin, toplum için ne denli çok daha zararlı olacağını bir
düşünün. Bana gelince, açıklamalıyım ki, tanıdıklarımdan altı, yedisini
temizlemek için, şu özgür olduğum zamanlardan daha iyi yararlanamadığımdan,
şimdi pişmanlık duyuyorum.
Dünyanın iğrenç olduğu, kanıtlama istemeyen bir gerçektir. Bunun böyle
olduğunu göstermek için, herhalde, eski bir olay yetecektir: bir toplama
kampında, eski bir piyanist açlıktan yakınıyordu; bunun üzerine kendisini bir
fare yemeye zorladılar; hem de canlı bir fare.
Fakat, şimdi benim sözünü etmek istediğim bu değil, olanak bulursam daha
sonra döneceğim şu fare öyküsüne.

birinci bölümün sonu (1/38)


-------
16.

yazıyorum ve de yazıyor olduğumu bilmek hoşuma gidiyor. Sana ya da başkasına..
yazıyorum ve de bu hoşuma gidiyor. Şu saliselerde gerçekten de korkuyorum.
Heralde canın çoktan sıkılmıştır (cork!). Yansımalar bu Edabi Mektupların
ikinci sayısının adı olsun. 24 Aralık STOP! Ara yaklaşık 5 dakikaydı ve ben bu
5 dakikada babamla ve de cino'yla (cino=üvey annem) tel.'da konuşarak geçirdim
(dakikayı), sebep onların 1 aralıktaki evlenme yıldönümleri ve benim kafama
bunun yeni dank edişi. Hazır (kasıtlı) laf telefonlardan açılmışken 15 saniye
önce ahizeyi kaldırdım, numaranı çevirdim ama bir kere çaldırıp kapattım.
Nedeni sende olduğuna inandığım bir çeşit paranoya. (paranoya hakkında daha
detaylı bilgi için bkz. Amerika Paranoyamı Nasıl Yendim/Doğu Perinçek-U.S.A.
yayınları-s.934). Güç akıyor damarlarımdan. Hücrelerim birbirini bölüyor,
çoğaldıklarını hissedebiliyorum. Saat 21.04. telefonumun çalmasını istiyorum..
meşgullerin hepsi bana karşı birleşmiş gibi. Kafamı bulamıyorum, galiba bir
giyotine kurban gitmiştim bir önceki yaşamda.. "ekmek bulamıyorlarsa pasta
yesinler" ne? Bunu ben mi söyledim! Ayakkabılarımın bir çiftini bile
bulamıyorum. Ben tarihim. Beni böyle tutamazsınız. bırakın.

yeter
artık


.Birleşmiş.
.Meşguller.
.Cemiyeti.



Emre Sururi
Kişisel Arşiv


Emre Sururi'den 'Eda'bi Mektuplar 2'
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=18
Emre Sururi tarafından, 05/11/2000 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr