Epigraf, Uzak Ülke projesinin elemanıdır

Cehennem diğer insanlardır. | Jean Paul Sartre

Terzi ile Şair / Haydar Ergülen


DÜZYAZI: 100 YAZI (13)

Terziler en çok şiire yakışır: Unutulmak ve eskimek için. Bir de
"Eskiden Terzi" diye bir şiire yazılmak için. Üstelik, unutulmak terziliğin
şanındandır. Terziliğin şanı unutulmaya kadardır. Siz hiç unutulmamış bir
terzi gördünüz mü? Unutulmamışsa, terzi değildir. Hatıra gelmeyen terzi ise,
bağışlamanın geniş gömleğini çoktan hazırlamıştır. Şimdi yenimiz dar
olmasaydı bir selam uçururduk terzi milletine, fakat sözün düğmesini ilikleme
vaktidir. Sözün düğmeleri yerli yerine iliklenmeli ki, terziler terzi, şairler
şair, oğullar da oğul olduğunu bilmelidir.

Bu yazının terzilerle ilgisi hem vardır, hem yoktur. Nasıl vardır ve
niçin yoktur diye, terziye çay içmeye uğramış postacı gibi bana sual etmeyin,
benim de terziden haberim yoktur. Ben kimsenin kimseye bildirmediğinin peşinde
değilim, şair olmasaydım da elimden terzilik gelir miydi arayışında da
değilim, ikisinin de sabır mesleğinden olduğunu bilirim. Benim şairlerde
gezmek, terzilerde eğlenmek arzum, bir terziden şair çıkarmak cinliğinden
ateşlenmiş değildir. Birinin diğeri, diğerinin biri olabilme ihtimaliyse,
hiçbir zanaat erbabında terzilerle şairlerde olduğı gibi bulutlarla yarışan
bir düzeyde değildir. Şimdi ikisini de yere indirip, dünyanın incisini
döktürme vaktidir. Öyleyse yazımızı süsleyip, terzilere gidelim!

Benim bildiğim iki büyük terzi var: Biri "Terzilerin Şahı" İdris
Peygamber, diğeri "Terzi-Şair" Turgut Uyar. Terzi deyince aklım, onlarla
başıma gelir. Sanki onları tanıyınca terziler tamam olur. Ah, gerçekten
terziler tamam oldu! Ne vardı tamam olacak, şimdi dar geliyor zamanlar!
Türküleri hep dar vakitte söylenmiş de olsa, geniş zamanlarda uzun uzun
susanlar terziler değil miydi? Hınzır olmayı bilmeyenin türküsü dar vakitte
söylenir. Tüm kusur terzidedir, vakit denen büyük ağızlı makas her şeyden
azadedir. İster vakit densin, ister gaile, ağzını açan makastır, terzinin tek
kelimeye bile terslendiği yerde. Terzilerin ağzı iğne kuyusu olduğundan mıdır,
zaman makasının acımasız gevezeliği? Yoksa terzilern de mi işine gelmiştir,
bunca masum sayılmak?

Masum kalan, masum bırakır mı? Bu kadar masum olmak da en eski
suçlardan sayılmaz mı? Keşke terzilere şiirden başka bir masumluk
yakıştırılmasaydı, şimdi onlarla birlikte yokolan şeyler için bunca üzüntüyü
çekmek zorunda kalmasaydık! Terzilerden konuşurken masumluğu, şairlerden
konuşurken inceliği arayışımızın ardında, zamanın üstümüzde unuttuğu bir
hatıra yatıyor. Teğelleri hazır, provası yapılmış, halk içine çıkmak için
bayramertesini bekleyen, ısmarlama bir takım hatıra, mazi denen terzihanede
uzunboylu yatıyor. Masumların boş bıraktığı bu hatıra, değdikçe tenimizi
yakıyor. Gömlek olsaydı, ölüme çatardı yumuşak boynumuzu, hırka olsaydı sözün
gövdesini örter, ayyuka çıkarırdı dilsizliğimizi. Şimdi ne olduk? Masumluk
gidenlere kaldı, velhasıl onlar gitti, biz kaldık!

Masumdular, sayamadık. Sayısız terziler sayılı terziler çıkaramadılar.
Terziler sayılırdı, biten birçok şeyle birdenbire gitmeselerdi! Birdenbire
terzilendiler. Birdenbire çarşıdaki derin sessizlik bozuldu; provalar tuzak
oldu! Terzilere dair bir masal olsaydı, bilseydim, o günlerden başlatırdım
masalı: Provanın tuzak olduğu yerden. Şimdi masaldan kolay ne var? Şimdi
hepimiz masal gibi anlatıyoruz her şeyi, masal içinde anlatılsın istiyoruz
bize de. Ben söylesem ne değişir, yeni masalların da tadı yok diye. Gerçeğin
kendisinden başka her şey değişiyor işte, oysa ne masalın ne hayatın gerçeği
hiç değişmiyor, değişmedi bugüne dek. Bu yüzden değil mi unuttuğumuz için
hatırladığımız, hatırladığımız için unuttuğumuz? Hangisi, hangisinin yerine:
Unutmak ve hatırlamak. Birbirinin ikizi gibi çağrıldıklarına göre ne önemi var
önce unutup sonra hatırlamanın? Bu masal ha unutulmuş, ha hatırlanmış,
ikisinde de geriye gelmeyen masalın kendisidir, hiç değişmeyense terzilerin
gelmediğidir.

Terziler gelmediler. "Terzi-Şair" Turgut Uyar 1962'lerde "Terziler
Geldiler"i yazmıştı, kim yazdıya gitmesin bazı terziler diye yazmıştı, fakat
terziler gelmediler! Belki şöyle bir görünür gibi oldular, sessizlikleri
yeniden duyulur gibi oldu, elleri kumaşı atlas gibi okşar, gözlükleri cam gibi
parlar oldu, makaslar bile vefada kusur etmemek için ağızlarını daha az açar
oldu, istenseydi hazırdı makaslar tüm kusurları da yüklenmeye, gömlekler
tenle aralarındaki boşluğu bilir oldu, gövdelere rüzgar yürür gibi oldu,
çarşılar terzilendi, şairler de terzilenir gibi oldu. Başka kim yazsaydı,
gelirler miydi bilmiyorum, fakat Turgut Uyar yazdığı için terziler gelir gibi
oldu:


"Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle
daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra
sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.
Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle...
Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular
O çelenk onbin yıllıktı, taşıyıp getirdiler
Ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler
Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi."

(Turgut Uyar, Terziler Geldiler)

Herkes yol verdi, ve terziler gittiler. Keşiflerin sırası değildi,
deneyler başlamıştı. Şimdi kim olsa gitmeliydi. Kim, sıradakiydi. Sıradaki
kimse! Terziler gittiler, hallaçlar gittiler, kısa hikayeciler gittiler,
uzunboylu şairler gittiler, çerçiler gittiler, cambazlar gittiler, radyofonik
piyesler gittiler, konuklar gittiler... Hey yaşasın, işte biz, bize kaldık.
Çarşının dağdağası bu kadardır, buraya kadardır denildi. Ah, çarşının gün
kadar uzun olduğunu görmeyen tez bakışımlı! Hiçbir şeyi kurtaramadık senin
bakışından! Çarşıyı kurtaramadık, çarşıların ezilen ruhuna katlanarak yaşamaya
alıştık. Oysa ruh gibi tarazlanırdı çarşılar da sen onlara böyle tez bakmadan
önce. Sonun ve seninle bir çarşıdan bin taşra çıkardık işte! Çarşı içinde
taşra kurduk. Kurtulduk gidenlerden, kaşiflerden kurtulduk. Artık deneye
deneye birbirimiz, artık çeke çeke birbirimizi, artık göze almadan gözden
düşüre düşüre birbirimizi, artık sırayla, artık her şeyin bir yeri, bir
zamanıyla, artık biline biline gidenlerin dönmeyeceği, bu göçte terzilerin
başa düştüğü biline ve dahi terzi loncasının kuyu gibi kapalı ağzı gibi kapalı
hanesinin kilidi açılmaya, kurtarılmış taşramızın (bir "biçim" hatası)
birörnek kesim-biçim ve dikiş atölyelerine iğne, makas, jilet türünden
yaralayıcı aletlerle, yahut prova, söz, sipariş gibi eski usul yöntemlerle
tasallut etmeye tevessül eden herkese terzilerin gidişi ders ve örnek ola,
akıllanmayan, "Terzi ile Tersi" mes'elindeki kalfanın ters gidişine razı ola!

Terzi ile Tersi: Bu herkesin bildiği mes'eli isterseniz bir de ben
anlatırım. Fakat pek sıkıcı, pek acıtıcı olduğu kadar, doğrusu bügünler için
pek de yararsız olduğunu baştan bilmenizi isterim. Kralın çıplak olduğunun
bilindiği günlerden kalma bir mes'el bu, ben çocukluğumdan biliyorum, kral
çıplaktı, hayır ben söylemedim, herkes biliyordu, daha trajiği kral da
biliyordu. Kralın bildiğini bilmemek en iyisi! Onlar her şeyi bilirler, fakat
söylenmesini istemezler. Ben de söylemesem yeridir. Bu Terzi ile Tersi mes'eli
bir rivayete göre, galiba Sümer yazıtlarında da yazılıymış, sonunda bir buyruk
var, belki de o yüzden yasa niyetine taşlara kazınmıştır. Sonra da akıllara
kazındı. Evet, vazgeçtim anlatmaktan. Vazgeçmek bazen daha az üzücüdür, daha
iyi ders verir kişiye. Hem de her şeyin sonunu bilince ne olacak ki, akıbet
helak olduktan geri! Terzilerin sonu nasıl gelmişse, tersilerin sonunun da
öyle geldiği biline.

Çarşının ahvalinden ders almayan tek esnaf topluluğu terziler midir
derseniz, bir şey diyemem. Kur'an'da ismi iki yerde zikredilen ve
"Sabırlılar"dan biri olarak anılan İdris Peygamber sonunu bilebilmiştir
yalnızca. Ruhu güneş batarken teslim alınmıştır. İdris Peygamber ki, ilk defa
kalemi kullanan, elbiseler dikip-giyen odur; ondan evvel insanlar hayvan
derisi giymekle iktifa ediyorlarmış. Bu yüzden, yedi esnaf derneğinden biri
olan terzilerin hâmi piridir. Adı da "ders" kelimesinden gelmektedir. Ne var
ki ondan sonra gelen terziler, dersi tersinden almak konusunda şöhretlerini
sağlamlaştırmış olmalılar ki, şimdi şöhretleri var, kendileri yoktur:


"Bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında, kesip biçtiler
Patron çıkardılar, karşılaştırdılar,
Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
Şarkılara başladılar ölmüş bir at için
Makaslarını bırakmadılar
Bekleniyorlardı."

(Turgut UYar, Terziler Geldiler)

Terzileri şiire yakıştıran oğullardır. Terzi-babalıktan terzi-oğulluğa
doğru bir kurguda, oğul kaçınılmaz olarak "şair-terzi" sıfatını kuşanacaktır.
Keşke törene de yer kalsaydı! Çoktur törensiz kaldık, bunda bir parça şikayet
payı olsun. Fakat terzi sokağa çıkmayan adamdır, tören sokağa çıkarken o
dükkanına girecektir. Böylece şikayetsiz terzi ulusunun mazlumluğu bir kez
daha korunacaktır. Şu terziler orda, burda, çarşıda, arastada cümle
kışlıkları, kelime yazlıkları, virgül sonbaharları, soru kışları, harf
şapkaları, marş Sümerbankları, sene İngiliz kumaşları, mısra ketenleri,
nakarat pamukluları, destansı Panamaları, Garipçi üç düğmelileri, İkinci Yeni
kruvazeleri, cumhuriyetçi yırtmaçları, Müslüman mintanları, Kafkaesk
ceketleri, toplumcu bol paçaları, Fecr-i Ati'xi dubleleri, Bonapartist
darlıkları önlerine alıp, gözlerinin nurunu ziyan edip, ele, bile, dile,
oturtmak için inceden inceye heveslendiler, kesip, biçip, dikip, işaretleyip
yertiştirdiler. Bu hevesten sokağa bir bakış kaçmışsa, ondan mahcup olmayı da
bildiler. Bildiler de ne oldu, biraz sonra o bakışın kapısı açıldı ve küçük
oğul girdi dükkan içine, günün yegane serveti olan prova parası ona
zimmetlendi çünkü: - Baba, abime beden dersi için eşofman alınacakmış, annem
para istedi!

Ah, prova paralarıyla hiç büyümeyen büyük oğullar! Büyüdünüz elbet,
büyüdünüz, çünkü "terzinin oğlu" olmayı hiç bilmediniz. Sonra da hep başka
yerlerde sahne aldılar, başka tuzaklarda rol aldılar. Büyük oğulların
gereğidir belki bu. Üstelik, hep haksızlığa uğradıklarını, bunun bir
terzi-baba marifetiyle olduğunu da söyleyebilecek kadar iddialı büyüdüler.
Onlara sorulsa, çoğu çoktan unutmuş olacaktır babasının yaptığı işi. Provaya
burun kıvıracak, kendilerini gözükara bir oğlan sanacak, terzi-babanın ölümünü
de "prova hastalığı"yla açıklayacaklardır! öyle ya da böyle, Tarsus'da ya da
İstanbul'da, neden "terzinin oğlu" olduğunun, sırtlarına geçirdikleri
balıksırtı bir ceket kadar hükmü olmayacaktır. Burada, tam burada ise Orhan
Alkaya'nın yenilmişler için birinci parça"sı hiç durmadan, bin kere, ve
mutlaka okunacaktır. "aksan konfeksiyon" ne yapsak sağlamlaşacaktır, biz
bildiğimizi bin kere okusak da, hiçbir şey bilmiyor olduğumuz bize binbirinci
seferinde "gene yenildik muhip! onlar kazandı" heyheyleriyle hatırlatılacak,
"başarı tanrısı beton akıllara hükmünü" bildirecektir. Orhan Alkaya'dan
"Yenilgiler Tarihi"nin 2. cildinde konfeksiyon savaşlarında şehit düşen
terziler için bir "requiem" yazması beklenmektedir.

Terziler hiç şiir yazmadılar, terziler tarih de yapmadılar, terzi
terzi olmaktan başka bir şey yapmadılar. Fakat terziler bir konuda fena
yanıldılar, küçük oğullarını, şair-terzi adaylarını fena yanılttılar: Terziler
kendilerini de malzemelerinden saydılar, kumaş gibi, iplik, düğme, yaka şerit,
pamuk, iğne, patron, mezura, makas gibi malzemelerle bir tuttular kendilerini,
tıpkı terzi-şairleri tanımayanların şiiri ünlemler, noktalar, virgüller,
dizeler, harfler ve sözcüklerden ibaret sanmaları gibi.

O günlerde şiir neyle nefes alırdı bilinmez ama, çarşı terzilerle
nefes alırdı. Onların ayakları ve elleri işlemeye başlayınca, gün kurulmuş
olurdu. Paranın, senedin, peşinin, veresiyenin gölgesi kalkardı gündelik hayat
denen sanatın üzerinden. Son terzihanenin de ışığı kapanıncaya dek, günün açık
kaldığı bilinirdi. Gün, her yerde tıkır tıkır çalışırdı. Çalışkan gün, prova
seansına terzilerle başlardı. Gün ne kadar çalışkansa, prova seansı da o kadar
uzardı. Prova zamanlarıydı, herkes repliğe çalışırdı. Zaten terziler, prova
sanatıyla ayrılırdı diğer zanaatçılardan. Diğerleri denerdi, terziler prova
ederdi. Bir prova, iki prova, üçüncüde arzunun güzel elbiseleriyle çıkılırdı
çarşı içine. Prova şart değildi, çünkü doğaldı. Olmazsa olmazlanırdık.
Terziler gidince, provalar da çekildi üzerimizden. Açık kaldık, korunmasız
kaldık, denemelere maruz kaldık. Şimdi bizi deniyorlar. Deniyorlar, provasız
hayatlarımızda. Oysa prova bir diyalogdu. İletişimin adının bilinmediği
zamanlarda insanları buluşturan, birbirleriyle konuşturan, kesinlikten
engelleyen, iddiayı boşa çıkaran, düzeltme ve özür dileme olanağı veren, sözün
değerini bilen, sabır yeteneğini geliştiren, yapılan işi güzelleştiren, emek
verilen, verilen emeği bilen, fazlalıkları, eksiklikleri belirten, çarşı ile
evi birbirine küstürmeyen, cümleyi tamamına erdiren bir şeydi. Bir "şey" ne
demektir "çok"tan başka? "Çok" olan şey provaydı. Sorarlarsa: "çok" olan,
"fazla" olmayan şey nedir? Söylersiniz: Provaymış! Bana bu provalardan sabır
mesleğinin insanları kaldı: Terzilerle şairler. Prova en çok da terzi ve şair
sanatıydı. Gülünç mü olacak söylersem, fakat söylemezsem fena olacak: Prova,
incelikler sanatıydı.

Terziler gittiler. Terziler giderken prova seanslarını da incelik
sanatını da götürdüler. Gizliden bir tesellileri vardır muhakkak, belki şöyle
düşündüler: Replik için şairler var, masumluk için küçük oğullar. Oysa
terzilerin gidişiyle üç sanat birden yara aldı. Biri "incelikler sanatı" olan
prova, biri "mağluplar sanatı" olan şairlik, biri "masumluk sanatı" olan küçük
oğul efsanesi:

"Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri
Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler.
Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
iğnelerine iplik geçirip beklediler;"

(Turgut Uyar, Terziler Geldiler)


Bu yazının tozlu rafında terzilerden kalmış üç top kumaş var: Biri,
elinden hiç Suriye ipeği geçmemiş Tarsus'daki Terzi Kerim'in ala oğluna, o
kumaştan bir yelek diktirsin ve şiir gibi otursun üstüne diyedir. Biri şiirin
kumaşını kırıştırmasına aldırmadan açan "Terzi-şair" Turgut Uyar'dan bir genç
şaire diyedir, Enver Topaloğlu'nun yazdığı şiirin inceliğinedir:

"terzilerin biçtiği kara kumaş
inatla ölçülerini inkar etti bedenim
ne acıya uydu ne sevince
terzilerle eğlendim bütün bir yaz"

(Enver Topaloğlu, Nilüfer Mezarlığı)

Biri de "Terzi ile Şair" arasındaki akrabalığa komşu duran kimseyedir. Kimse.
Kim terzilenirse.

Haydar Ergülen
eXpress dergisi, 17 Aralık 1994, sayı:47


Haydar Ergülen'in 'Terzi ile Şair' denemesi
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=128
Emre Sururi tarafından, 30/11/2000 tarihinde gönderildi.
Epigraf: Online Türkçe Edebiyat Arşivi | http://epigraf.fisek.com.tr